Klavyenizde solda altta fn tuşu var. O tuşla beraber print screen tuşuna bastığınızda ekran görüntüsünü almış olursunz.
fn + prt sc
Arkadaşlar aşağıdaki resimde kırmızı kutularla gösterilmiş tuşlara basmanız gerekmektedir.
Güncel Teknoloji Haberleri Sitesi
Klavyenizde solda altta fn tuşu var. O tuşla beraber print screen tuşuna bastığınızda ekran görüntüsünü almış olursunz.
fn + prt sc
Arkadaşlar aşağıdaki resimde kırmızı kutularla gösterilmiş tuşlara basmanız gerekmektedir.
Uzak Masaüstü İle Server Hack (Resimli)
Küçük bir açık sayesinde uzak masa üstü sistemlerinin nasıl bulunacağını ve word list ile nasıl kırılacağını qöstereceğim öncelikle bir ip adres aralığı arayacağız bunun için Başlat & Çalıştır & cmd yapıp dos ekranını açıyoruz daha sonra herhanqibi bir siteye pinq çekiyoruz pinq www.siteismi.com
——————————————————————————————————————————
Çıkan ip adresini kopyalıyoruz daha sonra süper scan proqramını açıyoruz superscanner proqramını indirmek için http://multiuploadcom/8MBMFF96KP
————————————————————————————————————————-
All ports from seçeneğini seçip iki kutucuğada 3389 port numarasını qiriyoruz nedeni uzak masa üstü açık bilqisayarların 3389 portunun açık olmasıdır start yazan yerede az önce aldığımız ip adresinin sonu 1 olarak yazıyoruz alt kutucuğada (Stop yazan) yere ip numarasının son hanesini değiştirip 255 yapıyoruz bu 1 den 255 numaralı son ip ye kadar ip taraması yapması içindir ip aralığını istediğiniz aralığa qöre ayarlaya bilirsiniz…
Taramayı başlattığınızda açık port bulursa ip yanında “+” işareti ile qösterecektir Expand All tuşuna basarsanız bulduğu portu qösterecektir
———————————————————————————————————————
Daha sonra RDPBrute rar dosyasını buradan indiriyoruz http://multiuploadcom/OAE4XTM7YT
rar dosyasının içindekilerin hepsini bir klasöre çıkarıyoruz
Bazı port tarama proqramları açık bulduğu ip adreslerini direk txt dosyasına yazıyor ama içlerinde virüs olduğundan dolayı ben süper scan proqramını anlatmak istedim virüs olmasa vnc scanner proqramı bu iş için biçilmiş kaptandır qörüntüsünü koyuyorum temizini bulursanız kullana bilirsiniz
—————————————————————————————————————————
————————————————————————————————————————————
daha sonra ips.txt dosyasını açıp yanında az önce süper scanner proqramı ile tarama yapıp buluduğumuz açık portlu (“+” işareti olan açık portlu’dur) ip adreslerini alt alta yazdıktan sonra kaydedip çıkıyoruz
—————————————————————————————————————————–
daha sonra RDP Brute proqramını açıyoruz
————————————————————————————————————————-
Proqramı açtıktan sonra Options tuşuna ve sonrada üç ünlem işareti (!!!) olan tuşa basıp proqramın alt ve yan panellerini açıyoruz
Loqin bölümün’de denenecek kullanıcı isimini seçiyoruz ben standart isim olarak Administrator’u seçtim siz ismi değiştirdikten sonra mutlaka yanındaki save tuşuna basmayı unutmayın
——————————————————————————————————————————
—————————————————————————————————————————————
Proqramı çalıştırdığımızda Loqs yazan yerde proqramın denediği şifreleri qöre bilirsiniz bizim için önemli olan nokta sol tarafta Good yazısıdır nedeni ise şifreni bulduğu zaman orada belirtmesidir eğer qood kısmının yanında 1 ve üstü rakam yazıyorsa şifreyi tutturduğunu anlarsınız o zaman proqramın olduğu klasöre qidip Good.txt dosyasını açın içerisinde kullanıcı adı şifre ve ip adresi qörülecektir
(burda bir uyarıda bulunmak istiyorum taramalarda açık port bulabilirsiniz ama kullanıcı adı ve şifresini bulamama ihtimaliniz daha yüksek wordlist ile yapılacak ataklarda bu uzun süre bilir)
———————————————————————————————————————————
Daha sonra Başlat &qt; Tüm Proqramlar &qt; Donatılar &qt; İletişim &qt; Uzak Masaüstü Bağlantısı’nı seçiniz
bazen İletişim klasöründe olmaya bilir o zaman Donatıların İçerisine bakın mutlaka vardır bir yerde bir ustanın bilqisayarında birşey kaybolmaz sadece yer değiştirir Neyse Proqramı açıyoruz
—————————————————————————————————————————
—————————————————————————————————————————
Daha sonra Bilqisayar yazan yerin karşısına az önce Good.txt dosyasından aldığımız şifresi bulunmuş ip adresini yazıyoruz ve Bağlan tuşuna basıyoruz
Karşımıza server 2003 uzak masa üstü seçeneği qeliyor burda kullanıcı adı bölümüne az önce şifre kırmayı denerken belirlemiş olduğumuz ve kırdığımızda Good.txt içinde qösterdiği Adminisitrator ismini yazıyoruz Good.txt içinde hanqisini kırdı ise onu yazacaksınız daha sonra yine Good.txt içinde yazan kırılmış şifreyi yazacağız
————————————————————————————————————————————–
ve makina tamamen sizin karşısınız’da kendi makinanızı kullanır qibi kullana bilirsiniz kolay qelsin.
Programı burdan inidirebilirsiniz
Mükemmel ve bir o kadarda eğlenceli ”Foto Montaj” proqramı olan ”Face On Body” ile
hem tanışacaksınız,hemde nasıl kullanacağınıza dair resimli anlatım bulacaksınız.
Proqramımızın boyutu sadece 1.27 MB Fakat siz bakmayın onun boyutunun az olmasına
Bu eğlenceli proqram ile uğraşıp sevdiklerinize veya qıcık olduklarınıza ”Foto Montaj”
yaptıktan sonra sizde inanamıyacaksınız bu işi nasıl başarabildiğine.
Yaptığınız foto montajlara kendiniz bile qüleceksiniz.
”Code” bölümüne kafanızdan rakamlar veya harfler sallayın qitsin (Türkçe karakter kullanmadan)
Eski Lefkoşa şehrini çevreleyen surların üzerinde bulunan 3 kapıdan biri de kuzeydeki Girne Kapısı’dır. Burası kentin en önemli giriş çıkış noktalarından biriydi. Mimar Proveditore Francesco Barbaro’nun adından esinlenerek ” DelProveditore Kapısı” olarak da bilinen kapıyı, Türkler 1821’de tamir ederek üzerine kubbeli bir oda eklemişlerdir. Kapı üzerindeki kitabede Kur’an-ı Kerim’den ayetler bulunmaktadır. Kapının kuzeye bakan tarafına 1820’de II. Mahmut’un turası yerleştirilmiştir. İngilizler tarafından Napolyon’a karşı Akka’yı savunmak üzere getirilen, kapının önünde bulunan toplar, daha sonra Türklerin eline geçmiştir.
Selimiye Camii (St. Sophia Katedrali)
Bedesten
Katedral, Kıbrıs’taki en büyük, en görkemli ibadethane ve en önemli Gotik mimari eser olarak kabul edilmektedir. Daha önce aynı yerde bulunan Hagia Sophia adlı bir Bizans kilisesinin üzerine kurulduğu söylenmektedir. Latin Başpiskoposu Eustorge de Montaigu tarafından 1208 yılında yapımına başlanmış ve 1326 yılında katedral kutsanarak ibadete açılmıştır. Kıbrıs’ın en önemli kilisesi olduğundan, Luzinyan krallarının taç giyme törenleri burada yapılmaktaydı. Yapı, 1373 yılında Cenevizliler, 1426 yılında Memlükler tarafından yağmalanmış ve birkaç depremde zarar görmüştür. 1491 yılındaki yer sarsıntıları sonucu, Katedralin doğu bölümü yıkılmış ve Venedikliler tarafından onarılırken, eski bir Lüzinyan kralının (2. Hugh ) mezarı ortaya çıkmıştır. Bozulmamış durumda olan cesedin başında altın bir taç, üzerinde de altından eşya ve belgeler bulunmuştur. Fransız mimar ve ustaları tarafından inşa edilen katedral Orta Çağ Fransız mimarisinin çok güzel bir örneğidir. Katedral, anıtsal bir kapıyla başlar. Kapının üzerindeki taş oyma pencereler, eşsiz bir Gotik sanatı örneğidir. Girişin iki yanında bitirilememiş olan çan kulelerinin üzerine, Osmanlılar tarafından cami minareleri oturtulmuştur. Katedralin içi, üç koridor ile altı yan bölmeden oluşmuştur. İçinde küçük ibadethaneler vardır. Bunlardan kuzeydeki St. Nicholas’a (Noel Baba), güneydekiler Meryem Ana ve St. Thomas Aquinas’a adanmıştır. Caminin kadınlar bölümü olarak bilinen kısmı eskiden hazine dairesi olarak kullanılmıştır. St. Sophia’nın içinde, birçok Luzinyan soylusu ve kralları gömülüdür. Bunların mermer mezar taşları hala döşeme kaplamasının bir bölümünü oluşturur. Bu taşlar hasır ve kilim altında kaldıkları ve cami içinde ayakkabı giyilmediğinden üzerlerindeki yazı ve resimler bozulmadan kalmıştır.
Bina 12.yy’da bir Bizans kilisesi olarak yapılmıştır. (St. Nicholas Kilisesi). Daha sonra Lüzinyanlar tarafından yapılan bazı Gotik eklemelerle genişletilmiştir. Venedik döneminde ise yeni değişikliklerden sonra Yunan Ortodoks Metropolisine verilen bina, farklı mimari tarzlarla hibrid bir dokuya sahiptir. Osmanlılar döneminde daha çok tekstil ürünlerin satıldığı bir çarşı ve depo işlevi görmüştür. Kuzey kapısı üzerindeki taş işçiliği St. Sophia Katedralinin kapısınınkine benzer.
Taş Eserler Müzesi (Lapidary Müzesi)
Selimiye Camii’nin doğusunda bulunan Taş Eserler Müzesi (Lapidary Müzesi), 15. yy’da inşa edilmiş Venedik tarzı bir yapıdır. Orta çağlardan bugüne değin bir çok taş eser (armalar, mermer eserler, lahit ve sütunlar) örneklerini barındırmaktadır. Giriş kapısının karşısında görkemli taş işlemeli pencere, eskiden Sarayönü meydanında olup İngiliz döneminde yıktırılan Lüzinyan sarayından getirilmiştir. En göze çarpan eserler olarak Dampierre ailesine ait lahit ve 13. yy’da Kıbrıs Mareşali olan Adam of Antioch’a ait mezartaşı sayılabilir. Ayrıca mermerden bir St. Mark Aslanı da avluda bulunan eserler arasındadır.
Venedik Sütunu (Atatürk Meydanı)
Atatürk Meydanı’ndaki Venedik Sütunu (Dikilitaş) Venedikliler tarafından 1550’de dikilmiştir. Eskiden üzerinde St. Mark aslanı bulunuyordu. Osmanlılar sütunu kaldırarak Sarayönü Camisinin avlusuna koymuşlardır. İngilizler 1915 yılında, 6 m yüksekliğindeki sütunu şimdiki yerine yerleştirmişlerdir. Tek kurşuni renkte bir granit olan sütunun, Salamis’teki bir mabetten getirildiği sanılmaktadır. Sütunun alt tarafında 6 İtalyan ailesinin armaları bulunmaktadır. Sütunun üzerindeki bakır küre sonradan ilave edilmiştir. Atatürk Meydanının batısındaki binalar (Devlet Daireleri) 1900’lerin ilk yıllarında İngiliz Koloni devrinde inşa edildiklerinden özel bir görünüme sahiptirler. Binaların doğuya bakan yönünde bir çeşme vardır. Ayrıca Kraliçe Elizabet’in 1953 yılında tahta çıkması nedeniyle inşa edilen bir platform bulunmaktadır. Üzerinde İngiltere’nin arması bulunan bu platformdan, İngiliz valisi, Kraliçe’nin tahta çıktığını ilan etmiştir.
Lefkoşa Surları
Türklerin Kıbrıs’ı almak üzere olduğu dönemde Venedikliler, Lefkoşa şehrini savunabilmek için, kentin çevresindeki eski Lüzinyan surlarının yerine 1567 yılında yeni surlar yapmaya başladılar. Surların planını Guilio Savorgnano adlı ünlü Venedikli bir mühendis çizmiştir. Daire şeklinde 3 mil çevresi olan bu surların üzerinde, her biri birer kale sayılabilecek 11 burç ve toplam 3 kapı bulunmaktadır. Surlar, dışı taşla örülmüş kalın toprak duvarlardı. Surlarda bulunan kapıların adları, kuzeyde “Porta Del Proveditore – Girne Kapısı-” doğuda “Porta Guiliana- Magosa kapısı” ve batıda “Porta Domenico – Baf Kapısı” dır. Venedikliler surları yapabilmek için 3 millik çevrenin dışında bulunan evleri, sarayları, manastır ve kiliseleri yıkıp taşlarını surların yapımında kullanmışlardır. Surların yapımında Frenk soylularının ve diğer katkısı olan kişilerin adları da (Rochas, Loredano, Barbaro gibi) burçlara verilmiştir. Venedikliler Lefkoşa kenti surlarını bitirmeden Osmanlılar tarafından yenilgiye uğratılmışlardır.
Kumarcılar Hanı
17. yy. sonunda yapılmış olan bir Osmanlı yapısıdır. Giriş kapısındaki işlemeli Gotik kemerin biçimi ve oranlarının yapıdaki diğer kemer ve Osmanlı mimari üslubuna aykırı olması nedeniyle daha önceden var olan bir yapıya – muhtemelen bir manastır – ait olabileceği düşünülmektedir. Yapı dörtgen bir plan üzerine inşa edilmiş olup, iki katlıdır; camisi yoktur. Yolcular üst katlardaki odalarda kalır, alt kattaki odalarsa hayvanlarının konaklaması ve eşyaları için depo amaçlı kullanılırdı.
Büyük Han
Tarih ve mimari değerler bakımından Lefkoşa’daki Türk eserlerinin başında Büyük Han gelmektedir. 1572 yılında adanın ilk Osmanlı Valisi Beylerbeyi Muzaffer Paşa tarafından yaptırıldığı kabul edilmektedir. Yapı dörtgen bir plan üzerine, iki katlı inşa edilmiş olup, geniş bir avlunun çevresinde sıralanan odalar kemerli ve kubbeli bir sundurmaya açılmaktadır. Büyük Han’ın çeşitli yapılardan ve yerlerden alınmış taşlardan yapıldığı bellidir. Aynı şekilde avlunun ortasındaki mermer sütunlar üzerine yapılmış mescidi tutan sütunların da başka bir yapıdan alınmış olunması muhtemeldir. Altı köşeli, konik başlıklı taş bacalarla, bu kubbeli küçük mescit, Hanın Türk tarzı mimarisini tamamlayan önemli unsurlardır. Hanın zemin katındaki odalar dükkan, depo ve ofis olarak kullanılmıştır. Üst kattaki sekizgen bacalı birer şömineleri olan odalar ise yatak odalarıdır. Anadolu’da sık rastlanan benzerleri gibi olmasına rağmen, bir farklılığı da mevcuttur. Bu tip han ve kervansaraylar genellikle tek bir ana kapıya sahip olmalarına rağmen, Büyük Han’ın bir girişi daha bulunmaktadır.
Derviş Paşa Konağı (Etnoğrafya Müzesi)
19. yy.’da yapılmış bu iki katlı konağın sahibi Kıbrıs’ta ilk Türkçe gazetelerden olan “Zaman” gazetesini yayınlayan Derviş Paşa’dır. Konak, Lefkoşa surlar içinde tarihi çevre dokusunu en yoğun biçimde koruyan Arap Ahmet Mahallesinde bulunmaktadır. İki giriş kapısı olan konağın esas giriş kapısı üzerinde hicri 1219 (miladi 1807) tarihi okunmaktadır. Konak iki katlı olup, alt katı taştan, üst katı ise kerpiçten inşa edilmiştir. Sonradan ilave edildiği belli olan baş odanın süslemeli tavanında miladi 1869 tarihi okunmaktadır. Konak “L” planlı olup, geniş bir iç avlusu vardır. Alt kat odaları iç bahçeyi çevreleyen revaklı galerilere açılmaktadır. Üst kata avludaki haznenin üzerine oturan ahşap bir merdivenle çıkılmakta ve odalar kapalı bir sofaya açılmaktadır. 1978 – 1988 yılları arasında yapılan restorasyon çalışmaları sonucunda, konağın kütüphane, kültür merkezi veya Eski Eserler ve Müzeler Dairesi olarak düzenlenmesi uygun görülmüştür. Bir bölümü baş oda, gelin odası, yatak odası, yemek odası ve tezgah odası olarak düzenlenen konağın bir bölümünde de günlük yaşantıda kullanılan eşyalar sergilenmektedir. Teşhir ve tanzimi “müze – ev” olarak tamamlanan konak 21 Mart 1988 tarihinde Etnografya Müzesi olarak ziyarete açılmıştır.
Büyük Hamam
Günümüzde de çalışır durumda olan Büyük Hamam eski bir Latin kilisesinin kalıntıları üzerine inşa edilmiştir. İşlemeli Gotik tarzı kemer kapısından ve taş duvarlarından da Luzinyan yapısı olduğu belli olan bu yapının adı “St. George of the Latins” kilisesiydi. Yapının bir özelliği de bina zemininin yoldan 2 – 3 metre kadar aşağıda kalmış olmasıdır.
Sultan Mahmut Kütüphanesi
1829 yılında Sultan II. Mahmut tarafından inşa ettirilmiş olan yapı, Selimiye Camiin doğu kapısı yanında bulunmaktadır. Bina, kubbeli büyükçe bir odayla, yine kubbeli ve kemerli bir sundurmadan oluşmaktadır. Arap Ahmet Camii gibi klasik Osmanlı Cami ve Medrese mimarisinin bir örneğidir. Kütüphanede 1700 kadar kitap bulunmakta, bunların arasında el yazması Kur’an-ı Kerim ve değerli Arapça, Türkçe ve Farsça kitaplar yer almaktadır.
Mevlevi Tekkesi
17. yüzyıl başlarında yapılmıştır. Fetihten sonra adaya gelen Türklerin çoğu Konyalı olduğundan Mevlana’nın hayat tarzını kabul ettirmek istemişler ve Lefkoşa’da bu tekkeyi kurmuşlardır. Zamanla ölen Mevlevi ilerigelenleri arka odalara gömülerek türbe haline getirilmiştir. Tekke şu an müze olarak kullanılmakta, Mevlevi giyisileri, müzik aletleri ve etnografik malzemeler sergilenmektedir.
Haydarpaşa Camii (St. Catherine Kilisesi)
St Sophia’dan sonra en dikkate değer Lüzinyan yapısı St. Catherine Kilisesi -şimdiki Haydar Paşa Camii’dir.- Tarihçi Sir Harry Luke tarafından Kıbrıs’ın en zarif ve mükemmel Gotik binası olarak tanımlanmaktadır. St. Catherine Kilisesi 14. yy. da inşa edilmiş olup, Osmanlıların adaya hakimiyetlerinden sonra cami haline getirilmiştir. Binanın yukarı doğru daralan ayaklarının arasına uzun ve dar Gotik pencereler yerleştirilmiştir. Pencerelerin üst kısımları alçıdan geometrik desenlerle süslüdür. Kilisenin üç girişi vardır; Gotik stilde yapılmış olan güney kapısının ince taş işçiliği ve kapı sövesinin üzerinde Lüzinyan armalarının kabartmaları göze çarpmaktadır. Batı kapısı daha büyük olup, aynı mimariye sahiptir; sövesi gül ve ejderha motifleriyle süslüdür. Kuzey girişi daha sadedir, burası dirsekler üzerinde elinde balık tutan çıplak bir kadın figürü ve ejderha türü kabartmalarla süslüdür. Kilisenin içinde bir koro yeri, törenlere ait eşyaların saklandığı bir oda, hazine ve küçük bir vaftiz havuzu bulunmaktadır
Arap Ahmet Camii
Lefkoşa’daki Türk yapısı camiler içinde en dikkate değer olanı Arap Ahmet Camii’dir. 1845 yılında inşa edilen cami, diğer bir çok cami gibi eski bir Latin kilisesinin yerine yapılmıştır. Caminin döşemesini oluşturan mermerler arasında Lüzinyan ve Venedik dönemlerinden kalma 25 kadar yazılı ve resimli mezar taşı bulunmaktadır. Cami, Kıbrıs’ın fethinde Türk ordusunun generallerinden olan Arap Ahmet Paşa’nın adını taşımaktadır. Klasik Türk Cami mimarisinin güzel bir örneğini oluşturur. Kemerli bir sundurması ve 6 metre çapında bir kubbesi vardır. İçinde eski Türk mezarları olan bahçesi günümüze dek korunabilmiştir. Şadırvanı, selvileri ve eski mezarları ile Lefkoşa şehrinin özel bir köşesidir. Camideki mezarlar arasında, 1832 yılında Lefkoşada doğmuş olup, Osmanlı Devleti hizmetinde 4 kez Sadrazamlığa (Başbakanlık) dek yükselmiş olan Kamil Paşa’nın da mezarı vardır.Kamil Paşa 1913 yılında Lefkoşa’da ölmüş ve caminin avlusuna gömülmüştür. 1926 – 1931 yıllarında Kıbrıs Valisi olan Sir Ronald Storrs, Kamil Paşa’nın mezarını 1927 yılında yaptırıp, üzerine Türkçe ve İngilizce bir kitabe koydurmuştur.
Yeni Cami
Lefkoşa’da kiliseden çevrilen camiler arasında yer almaktadır. Yeni Cami, geniş ana mekanı, cemaat yeri revakları ile dikkati çekmektedir. Minare, ana yapıdan ayrı olup, etrafında bir takım yapı izleri taşımaktadır. Muhtemelen, minare etrafındaki esas cami yapısı bir sebeple yıkılmış ve yakında bulunan şimdiki binadan faydalanılmıştır. Yapıya bağlı türbe binaları ve mezarlar dikkati çekmektedir.
Turunçlu Camii
Yazıtında, 1825 yılında Kıbrıs Valisi Seyit Mehmet Ağa tarafından yaptırıldığı belirtilmektedir. Dört kemer üzerine oturan ahşap bir tavanı vardır. Kuzey tarafındaki işlemeli başlıkları olan ahşap sütunların üzerine oturmuş galerisi kadınlara aittir.
İplik Pazarı Camii
19. yy.’da yapılmış olup, adını Osmanlılar döneminde burada kurulu olan bir pamuk pazarından almıştır. Örme taş külahlı minaresinin aynı noktada kendinden önce var olan bir camiye ait olduğu sanılmaktadır.
Saray Önü Camii
Lefkoşa kentinin en merkezi yerinde bulunmaktadır. Eski bir Latin kilisesiyken camiye çevrilip, 1890’lar itibariyle harap bir vaziyette bulunduğundan, Ali Paşa tarafından 1902 yılında yeniden yaptırılmıştır. Arap tesiri bulunan caminin çok değerli bir ahşap tavanı vardır. 1962 yılında şadırvanı yıktırılırken, üzerinde Yunanca yazılar bulunan kapaklı bir mermer lahid ( sarcophagus ) ortaya çıkmıştır. Bu tarihi eserin harf stilinden ve gövdesindeki kocaman bir haçtan, Bizans dönemine ait olduğu anlaşılmaktadır. Günümüzde Evlendirme Dairesi olarak kullanılmaktadır.
GİRNE
Girne Kalesi
Kale 7.yy’da, Arap akınlarına karşı kentin korunması için yapılmıştır. Lüzinyanlar döneminde, Kantara kalesi gibi önemli bir yer olmuştur. Bu dönemde kale bazı yapısal değişikliklere de uğramıştır. Bu restorasyon çalışmalar 1373 yılındaki Cenevizliler kuşatması ile ara bulmuş, daha sonra yeniden devam etmiştir. Kale yapılırken o dönemin savunma taktikleri zırhlı şövalye ve okçulara göre düşünüldüğünden, 1489′dan sonra kaleyi kontrole alan Venedikliler, Osmanlı topçu saldırılarını gözönüne alarak yeniden inşaya girişmişlerdir. Kuzeybatı ve güneydoğu kulelerini ekleyerek, önlemler almaya çalışmalarına rağmen, Lefkoşa’daki Osmanlı zaferinden sonra kaleyi direniş göstermeden 1570 yılında Osmanlılara teslim etmişlerdir. Kaleye giriş bir hendek üzerinden olmaktadır. 1400′lü yıllara kadar bu hendek içi su dolu olarak kullanılmıştır. İç kapının tonozunda bulunan üç aslanlı Lüzinyan amblemi başka bir yapıdan buraya getirilmiştir. Kalenin içinde 1100′lü yıllarda yapıldığı sanılan bir Bizans kilisesi (St. George Kilisesi) yer almaktadır. 1570 yılında Kıbrıs’ın Osmanlılar tarafından fethi sırasında şehit düşen Osmanlı Amirali Cezayirli Sadık Paşa’nın lahiti de kalede bulunmaktadır. Kalenin diğer bölümlerini Kuzeybatı, Güneybatı ve Güneydoğu Venedik kuleleri, Lüzinyan dönemi Bekçi odası, Lüzinyan dönemine ait büyük salon, çeşitli zindan ve ambar amaçlı kullanılmış olan odalar, Bizans dönemine ait kule, Venedik Savunma platformu, sarnıç, Venedik dönemine ait cephanelik ve top mazgalı ve Batık Gemi Müzesi oluşturur. Kalede yakın dönemde, Eski Eserler Dairesi tarafından yapılan çalışmalarla çeşitli tarihsel tipleme ve mekan canlandırmaları ile adeta bir Açık Hava Müzesi atmosferi yaratılmaya çalışılmaktadır.
Anthipanitis Kilisesi
Eski bir manastırın önemli bir bölümüdür. Mimari tarzı Kıbrıs’ta fazla rastlanmayan bir tiptedir. Kubbe bir sekizgen üzerindeki yuvarlak sütunlar üzerine oturtulmuştur. Beşikkemerli ve giriş kolu 15. yy’da eklenen, Gotik tarzdaki taş işçiliğinin güzel örneklerindendir. Binadaki fresklerden günümüze dek gelenlerin bir kısmı orijinal, bazıları 15. yy’a aittir. Orijinal fresklerde Başmelek Cebrail ile Mihail’in arasında göğsünde çocuk olan Meryem figürü de yer almaktadır. Bazı fresklerde Cebrail figürü ve St. Anthony ve vaftiz sahnesi, St. Eudoksia ile St. Paul figürleri de bulunmaktadır. Kubbedeki tahtın hazırlanması ile ilgili 15. yy’a ait figürde, İsa meleklerle çevrilmiş bir madalyonun ortasında, bir yanında Meryem, bir yanında vaftizci Yahya olduğu durumda resmedilmişlerdir. Ayrıca on iki havari ve peygamberler sahnede bulunmaktadırlar.
Batık Gemi Müzesi
Girne Kalesi’nde bulunan Batık Gemi Müzesi’nde sergilenen gemi, bugüne dek ele geçen en eski gemi olarak bilinmektedir. Akdeniz’de İskender’in ölümünden sonra kurulan Hellenistik krallıklar dönemine aittir. İlk olarak 1965 yılında bir sünger avcısı tarafından suyun üç metre derinliğindeyken farkedilmiş ve Pennsylvania Üniversitesi araştırmacıları tarafından çıkarılmıştır. Batıktaki badem kalıntılarına yapılan testler M.Ö. 288, kerestesine yapılan testler ise M.Ö. 389 yılını göstermektedir. Bu da geminin battığı zaman yaklaşık seksen yıllık olduğunu gösterir. Geminin 15 metre uzunluğundaki gövdesi Halep çamından yapılmıştır. Akdeniz ağaç kurdundan korunması için de kabuk koruyucu bir madde ile kaplanmıştır. Gemide bulunan 400 civarındaki anforanın Rodos’tan yüklendiği sanılmaktadır. Bunun yanısıra İstanköy işi 29 adet bozalt değirmen taşıyla da karşılaşılmıştır. Teknenin adaya yönelmeden önce Akdeniz ve Ege kıyılarında alışveriş yaptığı, tekne mürettabatının ana besin kaynağının badem olduğu bulunan kalıntılardan anlaşılmaktadır. Gemide insan iskletine ise rastlanmamıştır.
Halk Sanatları Müzesi
Girne Limanı’nda bulunan 18. yy’a ait bir Kıbrıs evi günümüzde müze olarak kullanılmaktadır. Giriş katında zeytinyağı mengeneleri, karasaban, tezgah, küp ve döven gibi hasatla ilgili tarım araçları bulunmaktadır. Üst kat ise geleneksel el sanatı örneklerine ayrılmıştır. Bunlar arasında tığ işleri, yatak ve masa örtüleri, yün çorap, oymalı sandıklar, gelinlikler ve dolaplar yer alır.
İkon Müzesi
Eski Arkhangelos Kilisesi, Girne ve çevresinde toplanan ikonların sergilendiği bir ikon müzesi olarak kullanılmaktadır. Kilisenin Çan kulesi, 1860 yılında inşa edilmiş olan kiliseye yirmi beş yıl sonra ilave edilmiş olup, bu çan kulesi Girne şehrinin hemen her yerinden görülmektedir.
St. Hilarion Kalesi
Buffavento ve Kantara kaleleri gibi adanın Arap saldırılarına karşı korunması için yapılan kalelerden biridir. Kalenin adı Hilarion adlı bir azizden gelmektedir. Buraya 10.yy’da bir manastır ve kilise de inşa ettirilmiştir. Kalenin adına ilk kez 1191′li yıllardaki kayıtlarda rastlanmaktadır. Bir dönem canlı ve stratejik bir önemi olmasına rağmen, daha sonraları Lüzinyan soylularının yazlık ve dinlenme yeri işlevini görmüştür. Özellikle ateşli silahların icadı ve kıyı şeritlerinin savunmasının önem kazanması ile birlikte, Kantara ve Buffavento kaleleri gibi önemini ve işlevini yitirmiştir. Kalede üç ayrı bölüm bulunmaktadır. Ana girişi koruyan savunma yeri Bizanslılar tarafından 11.yy’da güçlendirilmiştir. Aşağı bölüm atlar ve askerler için kullanılmaktaydı. Daha üstteki bölümde, kral sarayı, mutfak, kilise yer almaktadır. Bu bölümde su deposu da bulunmaktadır. Yukarı Kalenin girişinde bir Lüzinyan Kapısı vardır. İki zirvenin ortasında avlu bulunmaktadır. Soylular doğu bölümünde ikamet ederler, mutfak ve diğer gündelik odalar ise batı bölümünde yer alırdı. Kraliyet konutunun ikinci katında bulunan Kraliçe Penceresi’nden (gotik tarzda oyulmuş bir pencere) çevrenin panoraması doyumsuzdur. Zirvede ise Prens John kulesi bulunmaktadır.
Bellapais Manastırı
Gotik sanatın eşsiz örneklerinden biri olan manastır, Beşparmak dağlarının eteklerinde kurulmuştur. Fransızca “Abbaye de la Paix” yani “Barış Manastırı” sözcüklerinden bugünkü adı doğmuştur. Manastırın ilk sakinleri 1187 yılında Kudüs’ten göç eden Augustinian mezhebi rahipleridir. İlk manastır binasının yapımı 1198 – 1205 yılları arasındadır. Bugün görünen yapının büyük bir kısmı Fransa Kralı III. Hugh tarafından (1267 – 1284) inşa ettirilmiştir. Avlunun etrafını çeviren revaklar ve yemekhane ise Kral IV. Hugh döneminde (1324- 1359) yapılmıştır. Kıbrıs Osmanlılar tarafından alındıktan sonra manastır, Yunan Ortodoks Kilisesine verilmiştir. Avlunun yanındaki kilise manastırın en iyi durumdaki kısmıdır. Ön yüzdeki İtalyan freskleri 15. yy’da yapılmışlardır. Avludaki iki mermer lahit bir dönemler rahipler tarafından lavabo gibi kullanılmıştır. Lahitlerin arkasındaki kapıda, Kudüs, Lüzinyan ve Kıbrıs krallıklarının armaları asılıdır. Manastırın yemekhanesi de Gotik sanatın eşsiz örneklerindendir. Orta avlunun doğusunda rahiplerin iş odaları ve meclis odaları yer almaktadır. Meclis odasının ortasındaki sütunun ise erken dönem Bizans kilisesine ait olduğu düşünülmektedir. Rahiplerin yatakhaneleri ile hazine odası üst katta yer almaktadır.
Buffavento Kalesi
Girne dağlarında 950 metre yüksekliğe kurulmuş olup, St. Hilarion ve Kantara kaleleri ile birlikte Arap saldırılarına karşı oluşturulmuş olan savunma hattının bir parçasıdır. Lüzinyanların döneminde (1192 – 1489) kale hapishane olarak kullanılmıştır; adı da “Aslan Şatosu” olarak geçmektedir. Venedik döneminde, adanın savunması için kıyı şehrindeki kaleler önem kazandığından, Buffavento kalesi ihmal edilmiştir. Kale, Aşağı ve Yukarı Kale olmak üzere iki bölümden oluşmuştur. Aşağı Kale’nin kemerli bir girişi vardır. Girişin karşısındaki odalarda erzak saklanır ve bir kısmı da yatakhane olarak kullanılırdı. Odalar altında bir de su sarnıcı bulunmaktadır. Yukarı Kale’nin kapı ve oda kemerlerindeki, kırmızı tuğla işçilik Bizans tarzındadır. Burada bulunan kiliseden geride az bir kalıntı vardır. Buffavento’nun kelime anlamı “Rüzgara Boyun Eğmeyen”dir . Kaleden bakıldığında Trodos dağları ve Lefkoşa’nın tüm güzelliği gözler önündedir.
Lambousa
Lambousa’nın ilk yerleşenlerinin M.Ö. 13. yy’da Yunanistan’dan geldikleri, daha sonraları bölgenin M.Ö. 8. yy’da Fenikelilerin yönetimine girdiği bilinmektedir. Roma ve Bizans döneminde parlak bir hayat seviyesi söz konusudur. Kentte tiyatro ve gimnazium gibi sivil mimari örnekleri de inşa edilmiştir. Bu refah dönemi M.S. 7. yy’daki Arap akınlarıyla son bulmuştur. Surlar, kaya mezarları ve balık havuzları önemli kalıntılardır. Balık havuzları Roma döneminde oyulmuş olup, temiz suyun girip, sıcak ve kirli suyun çıkması için kanalları mevcuttur. Lambousa’ya ait bulgular 1900′lü yıllarda başlayan iki aşamalı kazılarla bulunmuş olup, çok sayıda tabak, kaşık gibi değerli eşyalar içermekte, fakat ne yazık ki günümüzde çoğu, New York, Londra gibi yabancı ülke şehirlerinin müzelerinde sergilenmektedir. Bu hazinelerin Arap korsanlarının akımı sırasında toprağa gömüldükleri düşünülmektedir. Çoğu eser İmparatorluk damgasını taşıdığından 627 – 630′lu yıllar arasında yapıldıkları anlaşılmaktadır.
Hz. Ömer Tekkesi
7. yy’da Emevi Halifesi Muaviye dönemindeki Arap akınları sırasında şehit düşen Ömer adındaki komutan ve arkadaşlarının mezarları yer almaktadır. Türbe ve mescit binası Osmanlılar tarafından yapılmıştır.
Sourp Magar Manastırı
İlk olarak M.S.1000 yıllarında bir Koptik manastır olarak kurulmuş ve İskenderiye’li aziz St. Makarios’a adanmıştır. Meryem Manastırı olarak da anılmaktadır. 15. yy. başında Ermeni Kilisesi’ne geçen manastır, zamanla Ermeni hacılarının Kudüs’e giderlerken geçiş noktası – ikinci bir hac noktası- işlevini görmüştür. 1974 yılına kadar bu işlevi sürmüştür. Lefkoşa’da yaşayan Ermeni toplumu tarafından yazlık olarak da kullanılmaktaydı. Şu andaki kalıntılar 19. yy’a aittir. Ayrıca duvarlarında Ermenice bir yazıt da bulunmuştur.
Vrysi (Çatalköy)
Neolitik döneme ait bir yerleşim yeridir. Buradaki yerleşimin M.Ö. 4000-3000 yılları arasında Anadolu’nun Kilikya bölgesinden gelenler tarafından gerçekleştirildiği yapılan kazılardan anlaşılmaktadır. Kazılar o dönemdeki ekonominin tarıma dayandığını göstermektedir. Toprak kapların el yapımı olduğu anlaşılmaktadır. Evler birbirlerine dar dehlizlerle bağlıdır. Duvarlar taş ve balçıktan yapılmış olup, iç yüzeyleri balçıkla sıvanmıştır; damlar ise kamıştan yapılmış olup, çamur ve balçıkla örtülmüştür. Yerlerde ise sazdan örtülmüş hasırlar kullanılmıştır. M.Ö. 3000 yıllarındaki bir depremden sonra Vrysi halkı buradan ayrılarak başka bir yere göçmüşlerdir.
Karmi Nekropolu
Karmi köyü yakınlarındaki arkeolojik kazılar sonucu Orta Tunç çağına ait oda şeklinde mezarlar ortaya çıkarılmıştır. Bu mezarlardan birinin koridorundaki insan figürü, adada yapılan araştırmalarda bulunan en eski insan figürü olarak kabul edilmektedir. Figür bereket tanrıçasını simgeler. Mezarlarda ölü armağanları olarak mavi fayans boncuklara rastlanmış, Girit’ten gelmiş Minos uygarlığına ait kaplar da bulunmuştur. Bu nesnelerin Lapithos’daki gemilerde çalışan gemicilere ait olabilecekleri düşünülmektedir. Bu veriler adada Tunç Çağı döneminde, çevre ülkelerle varolan ticari ilişkilerin de göstergesidir.
Lapta
Arap akınlarının sıklığı nedeniyle Lambousa sakinleri yerleşim yerlerini dağın yamacına taşıyarak bugünkü Lapta’yı kurarlar. Lapta’daki yerleşim Lüzinyanlar döneminde daha da gelişmiştir. Bölgede yapılan kazılar, Lapta’nın dışında bir Kalkolitik dönem yerleşiminin ve Demir Çağı’na ait oda mezarlarının ipuçlarını vermektedir.
Kirsokava
Denize doğru uzanan bu kayalık burun Romalılar döneminde mezarlık ve sonradan da taş ocağı olarak kullanılmıştır. Bizans döneminde bazı Hıristiyanlar Roma mezarlarının ve bu taş oyuklarının arasına yerleşmişlerdir. Aya Mavra Kilisesi de bu türden bir eski Roma kaya mezarı içinde yer almaktadır. Duvarlarında havan ile tavanda da Miraç sahnesini gösteren freskler vardır.
MAĞUSA
Othello Kalesi
Kale, 14. yy’da Lüzinyanlar tarafından inşa edilmiştir. Mağusa kentinin ana girişlerinden biri olarak kullanılmaktadır. Etrafı derin bir hendekle çevrilidir. Kale girişi üzerinde asılı olan St.Mark aslanı kabartmasının altında kaleyi yeniden biçimlendiren kaptan Nicolo Foscari’nin adı ve 1492 tarihi görülmektedir. Kale’nin yapısında kuleler ve topçu bataryalarıyla biten koridorlar bulunmaktadır. Ayrıca bir yemekhane ve Lüzinyanlardan kalma bir yatakhane vardır. Kale avlusunda bir kısmı Osmanlılara, bir kısmı İspanyollara ait toplar, demir gülleler ve taş gülleler de bulunmaktadır. Kalenin bugünkü adı, İngiliz döneminde kullanılmaya başlanmıştır. Sheakespeare’in ünlü trajedyasının bir bölümü Kıbrıs’ta bir liman kentinde geçmektedir. Oyunun kahramanı Othello, Faslı (Moor) biri olarak tanıtılır. Yazarın, dönemin valisi Christophora Moro’nun adının yanılsamasına kapıldığı düşünülmektedir.
Lala Mustafa Paşa Camii (St. Nicholas Katedrali)
Lüzinyanlar döneminde, 1298 – 1312 yılları arasında yapılmış olan yapı, tüm Akdeniz dünyasının en güzel Gotik yapılarındandır. Lüzinyan kralları, önce Lefkoşa’da St. Sophia Katedrali’nde Kıbrıs Kralı, sonra da Mağusa’da St. Nicholas Katedrali’nde Kudüs Kralı olarak taç giyerlerdi. 1571 yılında cami haline getirilene dek, bu törenler yapılagelmiştir. Katedralin Batı cephesi mimarisi Fransa’daki Reims Katedralinden etkilenmiştir. Gotik tarzda işlemeli eşsiz bir penceresi bulunmaktadır. 16. yy. Venedik galerisi avluda yer almakta ve günümüzde şadırvan olarak kullanılmaktadır. Girişteki yuvarlak pencerelerin üzerinde bir Venedik arması görülmektedir. Bazı hayvan figürleriyle süslü kabartmanın Salamis’teki bir tapınaktan geldiği sanılmaktadır. Katedralin apsiti, çoğu Kıbrıs kiliselerinde olduğu gibi, Doğu üslubunda, üç bölmelidir. Yukarıdaki pencereler iyi korunmuş olup, batı cephesinde ve yanda iki şapel bulunmaktadır. Yapının önünde bulunan tarihi cümbez ağacı adanın kuzeyinde çok az bulunmakta olan tropik bir incir türüdür.
Venedik Sarayı (Proveditore Sarayı)
Lüzinyanların 13. yy’da yapmış olduğu saray kalıntıları üzerine Venediklilerin yaptığı krallık sarayıdır. Halen ayakta kalan cephe, 16. yy da yapılmış ve buradaki sütunlar Salamis harabelerinden getirilmiştir. Ortada bulunan kemerin üzerinde Venedikli yönetici Giovanni Renier’e ait bir arma bulunmaktadır.
Namık Kemal Zindanı
Venedik Sarayı avlusunda bulunan bu zindan iki katlı olup, kesme taştan yapılmıştır. Namık Kemal “Vatan Yahut Silistre” adlı oyunun sahnelenmesi sonucunda 1873′de sürüldüğü Kıbrıs’ta, bu binada 38 ay kalmıştır. Tek mekandan oluşan alt katın, Venedik Sarayı avlusuna açılan bir kapısı ve demir parmaklıklı bir penceresi mevcuttur. Üst kısma dik taşlı bir merdivenle çıkılmakta, iki penceresi olan bu odada Namık Kemal ile ilgili belgeler sergilenmektedir.
St. Francis Kilisesi
1300 yıllarında Franciscan tarikatına bağlı keşişler tarafından kurulan manastırın bir bölümüdür. Del Proveditore Sarayı’nın yanında yer almaktadır. Yapı, Kıbrıs Kralı II. Henry’nin yardımıyla yapılmıştır. Üç bölümlü bir nef ve bunun sonundaki çok güzel bir koro kısmından oluşmaktadır.
Greek St. George Kilisesi
Mimarisinde Bizans ve Gotik karışımı özellikler olan Kilise Ortodoks topluluğuna ait olup, 15. yy’da yapılmıştır. Kilise yan nefleri olan bir orta neften oluşmakta ve üçlü bir apsidle bitmektedir. Tavan Gotik tonozlara sahiptir. Binanın yapısından bir piskoposluk kilisesi olduğu anlaşılmaktadır. Üst kısmı, 1571 yılındaki Osmanlı kuşatması esnasında yıkılmış olup, duvarda gülle izlerine rastlanmaktadır.
İkiz Kiliseler (Templar ve Hospitaler Kilisesi)
14. yy’da inşa edilmiş olan iki kiliseden büyük olan Templar şövalyelerine aittir. Templar şövalyeliği 1313 yılında Papa tarafından kaldırılınca kilise bitişikteki binaya sahip olan Hospitaler şövalyelerine kalmıştır. Günümüzde restore edilerek Kıbrıs Sanat Derneği olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Mağusa Surları
1489 yılına dek Mağusa şehrini çevreleyen Lüzinyan surları, çok yüksek olmalarına karşın, ince bir yapıya sahiptiler. Ardından Kıbrıs’ı ele geçiren Venedikliler, özellikle Osmanlılara karşı önlem almak üzere, surları ateşli silahlara karşı sağlamlaştırmak amacıyla 1550’li yıllarda Venedik’ten uzman getirerek yeniden elden geçirmişlerdir. Özellikle deniz tarafındaki surlar, Martinengo Tabyası ve Kara Kapısı bu dönemde inşa edilmiştir. Ayrıca surun şehir dışındaki kısmına 46 m genişliğinde hendek açılarak içerisi su ile doldurulmuştur. İri kesme taştan inşa edilen 3 km uzunluğundaki bu surların yüksekliği 18 m, genişliği bazı yerlerde 9 m kadardır. Duvarlarda, burçlar, kapılar, rampalar, mangallar, cephanelik, depo ve ahırlar bulunmaktadır. Surlardaki kuleler şöyle anılmaktadır: – Arsenal (Canbulat) – Mare (Deniz Kapısı Burcu) – Castella (Othello Kulesi) – Signonia (Halkalı mazgal) – Diamete (Karpaz Tabya) – Mozzo (Şehit Tabya) – Martinengo (Tophane) – Pulacazaro – Moratto – Diocare – Ravelin (Kara Kapısı, Akkule) – Santa Napa (Altın Burcu) – Andurizzi (Su Burcu) – Campo Santa (Halkalı Tabya) Ayrıca bir iç kale olarak Othello binası ve orjinal iki giriş kapısı olarak Kara Kapısı (Ravelin) ve Deniz Kapısı (Porta del Mare) yer almaktadır. Mağusa’nın Osmanlılar tarafından fethi sırasında harap olan surlar, fetih sonrası Osmanlılarca onarılmıştır.
Kara Kapısı (Ravelin)
Mağusa şehrine girişi sağlayan orjinal iki şehir kapısından biridir. Orjinal ismi “Yarım Ay Şeklinde Tabya” anlamındaki Ravelin’dir. Kara Kapısı, surların Othello Kalesinden sonra en eski kısmıdır. Bugünkü köprü ile giriş yeni olup, eskiden kule yanındaki bir top yuvasının içinden geçilmekteydi. Orjinal kapı bugünkü girişin solunda, iner – kalkar bir köprüye sahiptir. Şehre bakan kısmında kemerli bir geçit yer alır. Bu geçitin her iki yanında duvar freskleri, armalar ve küçük bir de kilise bulunmaktadır. Burada yapılan kazılar sonucunda geçitler, top yuvaları ile ilginç bölme ve galeriler açığa çıkarılmıştır. Kemerli geçidin şehre bakan tarafında Venedikliler zamanında zindan olarak kullanılan yeraltı odaları bulunmaktadır.
Tophane (Martinengo Tabyası)
1550 – 1559 yılları arasında Venedikli mimar Giovanni Sammichele tarafından inşa edilmiştir. Üçgen şeklinde bir plana sahip olup, askeri mimarinin güzel örneklerindendir. Tonozlu bölmeler içinde barut dumanının çıkmasına ve havalandırmaya yarayan bacalarla, duvarlarında barut fıçıları ile top güllelerini koymaya yarayan küçük hücreler bulunmaktadır. Osmanlılara karşı Kıbrıs’a takviye olarak gönderilen Venedik kuvvetlerine komuta eden Martinengo, yolda ölünce, Mağusa’ya getirilir. Venedikliler çok sevilen komutanın hatırasına, bu tabyaya onun adını verirler.
Deniz Kapısı (Porta Del Mare)
Mağusa’ya girişi sağlayan orijinal şehir kapılarından biridir. Çok güzel bir mimari yapıya sahip olup iyi korunmuş durumdadır. 1496 yılında Venedikli Nicolo Prioli tarafından inşa ettirilmiştir. Demirle kaplı ahşap kapı, Türkler zamanından, demir parmaklıklı kapı ise Venedikliler zamanından kalmadır. Kapının üst kısmında, mermer üzerine işlenmiş Venedik Cumhuriyeti’nin amblemi kanatlı aslan, Nicolo Prioli’nin adı ve arması, 1496 tarihi görülmektedir. Mermerin Salamis’ten getirildiği sanılmaktadır.
Canbulat Türbesi (Arsenal Tabyası)
Kilis Sancak Beyi olan Canbulat Beyin, Kıbrıs’ın fethine karar verildiğinde, hazırlanan kuvvetler arasına dahil edilmesi önerilir. Lefkoşa’nın Osmanlılarca fethinde üstün yararları görüldüğünden, 1570’te Mağusa’yı kuşatan Osmanlı ordusunda, İskender Paşa ve Deniz Paşa ile birlikte görevlendirilir. Orjinal adı Arsenal tabyası olan mevkide şehit düştüğü inancıyla türbesi buradaki tabyanın altında bulunmaktadır. Zamanla yıpranan bina 1968 yılında yeniden inşa edilerek ön kısmı da bir müzeye dönüştürülmüştür. Halen müzede etnografik ve arkeolojik eserler sergilenmektedir.
Kertikli Hamam
Şehrin kuzeyinde kalan bir Osmanlı devri yapısıdır. Bu hamam kubbeleriyle ilgi çekmektedir. Yapı, üzeri kubbe ile örtülü altı odadan, odaların arkasında tonozla örtülü bir su deposundan ve soyunmalık olduğuna inanılan üst örtüsü yıkık kısımlardan oluşmaktadır.
Salamis Antik Kenti
Şehir Bronz Çağı sonlarında başlayan göçler sırasında, Anadolu’dan gelen kavimler ve bunlara Yunanistan’dan gelerek Kilikya’da katılan Akalar tarafından kurulmuştur . Truva kahramanlarından ve Salamis adası kralı Telamon’un oğlu Tefkros . şehrin kurucusu olarak bilinmektedir. M.Ö. 707 yılında gerçekleşen Asur hakimiyetinden sonra M.Ö. 560 yılında bastırılan sikkelerden, Salamis kralı Evelthon’un adanın idaresini ele geçirdiği anlaşılmaktadır. M.Ö. 499 yılında Atinalı Kimon’un Kıbrıs’taki Pers hakimiyetine son vermek için düzenlediği sefer başarısızlıkla son bulmuş ve Kimon’un ölümü üzerine Atinalılar, Kıbrıs’ı alma girişiminden vazgeçmişlerdir. Bundan sonra Fenikeli idareciler başa geçer, fakat ticaret ve diğer konularda gerileme başlar. M.Ö. 411 yılında Tefkros ailesinin üyelerinden Evagoras, Salamis krallığını ele geçirir. Tüm adayı hakimiyeti altına almak isteyince Salamis şehri Persler tarafından kuşatılır ve Evagoras Pers Krallığına vergi ödemek zorunda bırakılır. Bu durum İskender devrine dek sürer. İskender döneminde Salamis kralı olan Pyntagoras, İskender’e askeri yardımlarda bulunduğundan kendisine Tamusus şehri verilerek ödüllendirilir. İskender’in ölümü sonrasında Salamis sürekli el değiştirir. M.Ö. 294 yılında zor şartlar altında Kıbrıs’ı alan Ptoleme Krallığı idaresi sırasında ada huzura kavuşur ve bu tarihten itibaren Salamis baş şehir olma niteliğini kazanır. Kentin bu parlak dönemi Roma egemenliği süresince de devam eder. Günümüzdeki kalıntıların çoğu Roma dönemine aittir. Roma idaresi altında şehrin bir halk meclisi, bir senato ve ihtiyar meclisi bulunmaktadır. M.S. 76 ve 77 yıllarındaki depremler ve M.S.116 yılındaki Yahudi isyanları ile şehir epeyce tahrip olur. Daha sonra ada Antakya vilayetine bağlanır ve Salamis limanı, Suriye gemilerince ilk uğrak limanı olduğundan, şehirde bir ferahlama görülür. M.S. 232 ve 342 yıllarındaki depremler yazık ki şehre yine büyük zararlar verir. Bundan sonra Bizans İmparatoru Konstantinus şehri küçük bir planda inşa ettirerek, Konstantinus adını verir. Şehir Kıbrıs’ın baş şehri olarak Baf’ın yerini alır. Daha sonra şehir M.S. 647 yılındaki Arap akınları ve yer sarsıntıları nedeniyle terkedilerek, bugünkü Mağusa şehrini oluşturan bölgeye halk göç etmek durumunda kalır.
Mimari Kalıntıları : SUR VE LİMANLAR
Şehrin kuzey, güney ve batı kesimlerinde yer alan surların yanısıra, şehir merkezini çevreleyen ikinci bir surun varlığı da tespit edilmiştir.Şehrin merkezini çevreleyen surların, M.S.7 yy.’daki Arap akınlarına karşı inşa edilmiş olabileceği düşünülebilir. Şehrin güney – doğusunda Salamis şehrinin en eski limanı yer almaktadır.Bu limanın kuzey ve güneyi suni dalgakıranlar ile korunmaktadır. Geç Roma devrinde kullanılan ikinci limanı ise şehrin kuzeyindedir. Bu iki limanın dışında Demetius tarafından kullanılmış olan üçüncü bir limandan da bahsedilmektedir.
Gimnazium : SPOR ALANI
Güney girişindeki döşeme üzerindeki yazıttan anlaşıldığı üzere, şehrin kuzeyinde şimdiki Roma Gimnaziumunun bulunduğu yerde Helenistik devre tarihlenen bir Gimnazium mevcuttur. Doğu revağında da burasının bir zamanlar bahçe olarak kullanıldığını gösteren bir yazıt bulunmaktadır. Yer sarsıntıları sonucu yıkımlar olması nedeniyle Gimnazium Augustus döneminde tamir ettirilmiş ve bir de doğu revağı eklenmiştir. Dört tarafı kronit başlıklı sütunlu revaklarla çevrili alanın kuzey ve güney uçlarına ilave edilen birer yüzme havuzunun etrafında heykeller yer almaktadır. Günümüzde kuzey yüzme havuzunun etrafında bulunan heykeller M.S 2. yy’a aittir. M.S. 332 ve 342 yıllarındaki depremlerle yeniden yıkılan Gimnazium, Erken Bizans devrinde Konstatinus tarafından Salamis hamamları olarak yeniden inşa edilir.
TİYATRO
Gimnazium’un güneyinde yer alan yapı muhtemelen Augustus döneminde inşa edilmiştir. M.S. 4. yy’daki yer sarsıntıları ile yıkılan tiyatronun taşları hamamların inşasında yapı malzemesi olarak kullanılmıştır. Tiyatro, sahne binası, orkestra ve oturma yerlerini içerir. Kapasitesi 15 bin seyirciye karşılık düşer. Sahne binası oyuncular tarafından soyunma-giyinme yeri ve fon işlevi göstermektedir. Freskler, heykel ve sütunlarla süslü bu görkemli yapının günümüze dek sadece temelleri gelebilmiştir. Orta kısmındaki orkestranın ortasında Dionysos’a adanmış bir sunak ve Marcus Avurelius Commedus ile Caesar Contanstinus ve Caesar Maksimianus’a adanmış yazılı iki altlık vardır. Oturma yerleri 50′den fazla sıra ihtiva etmesine karşın, bir kısmı günümüze dek gelebilmiştir. Orta kısımdaki boşluk şeref locasıdır. Oturma yerlerinin bir kısmı yeniden restore edilerek inşa edilmiştir.
ROMA VİLLASI
Tiyatronun güneyinde yer almaktadır.Bir zamanlar iki katlı olan bu yapı, sütunlu bir giriş , bir iç avlu , geniş bir oturma odasından meydana gelmiştir. Öteki odalar avlunun iki yanında yer alır. Kazı sırasında burada, merkezi bir figürün etrafını çevreleyen, hayvan tasvirleri ile bezenmiş mozaik döşemeli bir platform tesbit edilmiştir.
BİZANS SU SARNICI
Roma villasının güney doğusunda yer alan huni biçimli bu sarnıç, üç bölmeden oluşur. Bir bölmede M.S. 6. yy’a ait duvar resimleri ve yazılar bulunmuştur. Şu anda harap vaziyetteki ana pano, kuş, balık ve su bitkilerinden oluşan su sahnesi ve İsa başı bulunan bir madalyon ile süslüdür.
KOMPANAPETRA BAZİLİKASI
Bazilika 4.yy’da inşa edilmiştir. Çevresi sütunlarla sarılı, su kuyusu olan bir avlu ve orta ve yan kısımlardan oluşur. Orta bölümde piskoposun kürsüsü ve rahip yerleri bulunur. Apsitin arkasında hamamı da olduğu anlaşılan bir kalıntı grubu daha vardır. Odalardan birinin oldukça göz alıcı bir yer döşemesi mozaik vardır.
AYA EPİPHANİOS BAZİLİKASI
Kıbrıs’ın bilinen en büyük bazilikası olan bu yapı geçmişte Salamis’in Metropolitan kilisesidir. Piskopos Epiphanios’un görev süresinde yapıldığı (368 – 403) bilinmektedir. Epiphanios’un mermerden yapılmış mezarı burada bulunmaktadır. Bazilika ondörtlü iki sütun dizisi ile 3 ayrı bölüme ayrılmıştır. Apsitte piskopos ve rahiplerin oturduğu sıralar yer alır. Bu bölümün iki yanındaki odalar rahiplerin cübbelerini giymeleri ve ayin sırasında kullanılan eşyaların saklanması için kullanılmaktadır. Vaftiz odasının döşeme seviyesinin altındaki ısıtma sistemi, kış aylarında vaftiz için sıcak su kullanıldığını göstermektedir. Kalıntılar, 7. yy’daki Arap istilasının ardından, güney tarafında ikinci bir küçük kilisenin inşa edildiğini gösterir.
SU DEPOSU – VOUTA
M.S. 627-640 yılları arasında (Bizans Dönemi) tarihlenen bu bölümde, kanallarla Kythrea’dan (Değirmenlik) gelen su burada biriktirilmektedir. Bugün halen su kemerlerinin kalıntıları göze çarpmaktadır. Tavanı taşıyan ayakların uzun duvarlardan çıkan iri dirseklerle desteklenmiş olduğu görülmektedir.
AGORA (Taş Forum / Pazar Yeri)
Bu yapı su deposunun güneyindedir. Ortadaki boş alan ve bunun çevresindeki dükkanlardan oluşan bu mekanın Salamis’in hem toplantı hem de alışveriş merkezi olduğu anlaşılmaktadır. Augustus döneminde restore edildiği ele geçen bir Latince kitabeden anlaşılmaktadır. Agoranın iki yanındaki sütunlu revaklar güneş ve yağmurdan koruma vazifesi görüyorlardı. Bunlardan sadece biri ayaktadır.
ZEUS TAPINAĞI
Salamis şehrinin ana tapınağı olabileceğine inanılan bu yapının az bir kısmı günümüze dek gelebilmiştir. Agora’nın güney ucunda bulunan tapınağa, basamaklarla ulaşılmaktadır. Yapılan kazılarda ele geçen bir kitabede mabedin Augustus’un karısı Livia şerefine Zeus Olympios’a ithaf edilmiş olduğu belirtilmektedir.
Kral Mezarları
Yaklaşık olarak 4 mil karelik bir alanda bulunan Salamis Nekropol’u, Enkomi’den Salamis ormanının batı ucu ve St. Barnabas Manastırına dek uzanır. Açığa çıkarılan mezarlar arasında görülen bir kısım mezarlar yapısal biçimler ve zengin buluntularından dolayı Kral mezarları diye adlandırılmıştır. Başlıca mimari özellikleri, mezar odası önünde yer alan geniş, uzun ve meyilli alanlardır. Burada cenaze arabasını çeken atlar ölünün şerefine kurban edilip, yağ, şarap veya bal dolu küpler burada sıralanmaktadır. Araştırmalar mezarların M.Ö. 8. yy’da yapıldıklarını ve M.S. 4. yy’a değin kullanıldıklarını gösterir. Özellikle 47, 50 ve 79 nolu kral mezarlarında zengin buluntulara rastlanmıştır. Bunlardan 50 nolu mezar, St. Catherine’e adanan küçük bir kilise olarak da kullanılmaktadır. Hıristiyanlık dinini benimseyen St. Catherine’in Salamis yöneticisi dayısı tarafından buraya hapsedildiğine inanıldığından, St. Catherine Hapishanesi olarak da anılmaktadır. Yapılan kazılarda, mezarların içinde çeşitli çanak, çömlek, tunç ve fil dişi nesneler ve kurban edilmiş atların iskeletlerine rastlanmıştır.
Nikokreon Anıtı
Salamis Nekropolu dahilinde yer alan bu anıtın Salamis’in son kralı Nikokreon adına inşa edilmiş olabileceği düşünülmektedir. Kaynaklara göre son kral Nikokreon, Ptolemeos’a teslim olmaktansa intihar etmiş, karısı da ailesini öldürüp, sarayı yaktıktan sonra intihar etmiştir. Kademeli basamaklarla çıkılan platformun ortasında bir ocak ve bunun içinde o döneme ait demir çubuk, taş ve topraktan heykeller bulunmuştur. Bulunan bu az pişmiş topraktan yapılmış heykeller, geç devre ait Klasik Yunan heykel sanatı özelliklerini taşımaktadırlar.
St. Barnabas Manastırı
Salamis’te doğmuş Yahudi bir ailenin oğlu olan, St. Barnabas, Kudüs’te eğitim gördükten sonra Kıbrıs’a döner ve Hıristiyanlığı yaymak için M.S.45 yılında St. Paul ile çalışmaya başlar. Bu faaliyetlerden dolayı vatandaşları tarafından öldürülüp, cesedi denize atılmak üzere bir bataklığa saklanır. St. Barnabas’ın öğrencileri olayları izleyip, cesedi Salamis’in batısında bir yeraltı mağarasına gömerler ve göğsüne de St.Mathews’un yaptığı incilin kopyasını koyarlar. Cesedin yeri bilinmediğinden uzun yıllar gizli kalır. 432 yıl sonra piskopos Anthemios, mezarı rüyasında gördüğünü söyleyerek, açılmasını ister. Mezar açıldığında St. Mathews incili dolayısıyla, St. Barnabas teşhis edilmiş olur. Bu keşif sonrasında Piskopos, İstanbul’a giderek İmparator Zeno’yu bilgilendirir ve Kıbrıs kilisesinin özerkliğini kazanır. İmparator, gömütün bulunduğu yerde bir manastır inşası için yeterince bağışta bulunur. Manastır M.S. 477’de inşa edilir. Manastır bir kilise, avlu ve avlunun üç yanında bir zamanlar papazların yaşadığı odalardan meydana gelmiştir.
St. Barnabas İkon ve Arkeoloji Müzesi
St. Barnabas kilisesinde çoğunluğu 18. yy’dan kalma zengin bir ikon koleksiyonu bulunmaktadır. Manastırın avlusunda bulunan bazalt değirmen Enkomi yerleşim bölgesinden, diğer sütun ve taşlar ise Salamis’ten gelmiştir. Papazların yaşamlarını sürdürdüğü odalar ise restore edilerek bir Arkeoloji müzesi haline getirilmiştir. Müzede Kıbrıs’ın Neolitik Döneminden Roma Dönemine dek geniş bir çizgideki tarihsel sürece ait çeşitli eserleri görebilmek mümkündür. Ayrıca tunç ve mermer eserler de müzede sergilenmektedir.
Enkomi (Alasia)
Günümüzdeki Enkomi (Tuzla) köyü yakınlarında yer alan ve Alasia diye de bilinen antik Enkomi şehri M.Ö. 2000’li yıllara tarihlendirilmektedir. Yapılan kazılarda, şehrin ilk dönemlerde Mısır etkisinde kaldığı, sonraları Miken etki alanına girdiği anlaşılmaktadır. Surlarla çevrili olan bu yerleşim yerinde ölüler, evlerinin tabanına hediyeleri ile birlikte gömülmektedirler. Şehre ızgara planının uygulandığı ve ilk kez yazının da burada ortaya çıktığı belirlenmiştir. Kült heykeli olarak görülen ve kuvvetli bir Hitit etkisi taşıyan tunçtan yapılma “Boynuzlu Tanrı Heykeli” de bu bölgede bulunmuştur. Ayrıca şehirde çok sayıda tunçtan yapılmış eserler ve bakır işleme atölyelerini işaretleyen bakır artıkları bulunmuştur. Eskiden bir liman şehri olan Enkomi’nin yanından geçen Pedios (Kanlıdere) nehrinin, şehrin limanını alüvyonlar ile doldurması, depremlerin olumsuz etkileri ve Akaların 12. yy.’dan sonra sürekli tehdit etmeleri sonucu bölge terkedilerek bir daha kullanılmamıştır.
Kantara Kalesi
Girne Dağları üzerindeki üç kaleden en doğudaki, yaklaşık 700 metre yükseklikteki Kantara kalesi, Mesarya ovasını ve Karpaz yarımadasına girişi kontrol edebilecek durumdadır. St. Hilarion ve Buffavento kaleleri gibi Arap akınlarının sonrasında Bizanslılar tarafından inşa edildiği tahmin edilse de , yazılı kaynaklarda ilk kez Aslan Yürekli Richard’ın Kıbrıs’ı ele geçirdiği 1191 yılında kaleden söz edilmektedir. Sahtekarlıkla kendini Kıbrıs kralı ilan eden Isaac Comnenus, Richard’ın emrine giren eski Filistin kralı Guy De Lusignan’a yenilince bu kaleye sığınır. Kaçmaya çalışırken yakalanıp, Karpaz bölgesinde esir edilir. Kalenin adı Lüzinyan ve Venedik devirlerinde duyulmaktadır. Bu devirlerde bir çok savaşa sahne olmuştur. Kale, Cenevizlilerin 1373’te Lefkoşa ve Mağusa’yı işgal etmelerine rağmen, Kral I.Peter taraftarlarının elinde kalmıştır. Kıbrıs Kralı I. Peter’in kardeşi Prens John’un, Cenevizlilerin elinde tutsak iken kaçarak kaleye sığındığı bilinir. Kale 1391 yılında, Kral James tarafından surlarla çevrilir. Venediklilerin adayı ele geçirmesinden sonra, denizden uzak diğer kaleler gibi bu kale de askerden arındırılarak eski önemini yitirir. Kalede savunma yeri, asker odaları, su sarnıcı, tonozlu odalar, işaret kulesi gibi bölümler bulunur.
Sinan Paşa Camii (St. Peter & St. Paul Kilisesi)
Bu binanın 1360 yılında Suriyeli bir tüccar olan Simone Nostrano tarafından yaptırıldığı duvarındaki bir yazıda belirtilmesine rağmen, kiliseyi Simon adlı bir Nestoryen Hristiyanın yaptırdığı bilindiğinden yazıyla ilgili yanlış bir bilginin sözkonusu olduğu düşünülmektedir. 1571 yılındaki bombardımana rağmen, sağlam yapısı ile ayakta kalabilmiştir. Eşsiz bir taş işçiliğine sahip kuzeydeki girişin başka bir yerden getirildiği düşünülmektedir. Binanın içi oldukça sade olup, tavanı düz başlıklı sütunlara oturtulmuştur. Osmanlılar, adadaki hakimiyetleri döneminde binayı cami olarak kullanmaya başlamışlardır.
Nestoryen Kilisesi
Bu kilise, 1339 yılında Suriyeli bir tüccar tarafından Mağusa’da yaşayan Suriyeliler için yaptırılmış bir kilisedir. Kilisede deve resimleri ve Nestoryenlerin dini törenlerinde kullandıkları dil olan Süryanice yazılar vardır. Çan kulesi ve yan bölümler sonradan eklenmiştir. Giriş çok sade olup, üzerinde güzel bir gül pencere bulunmaktadır. Teraslı tavan süslü dirseklerle desteklenmiştir.
Latin St. George Kilisesi
13. yy. sonlarında inşa edilmiş, Gotik üslubun güzel örneklerindendir. Salamis yıkıntılarından getirilen malzemelerin kullanıldığı, mimarisinde Paris’teki St. Chapelle kilisesinden esinlenildiği düşünülmektedir. Beş bölümlü bir nefi olup, bir koro yeri de bulunmaktadır. Günümüze kadar ulaşan, bu koro yeri ve kuzey duvarıdır. Geniş ve uzun pencereleri bir zamanlar Gotik oymalarla süslüydü. Kilisenin şehrin surlarının yapımından önce inşa edildiği, sur özelliği taşıyan yapısından anlaşılmaktadır.
GÜZELYURT
St. Mamas Manastırı
St. Mamas, 12. yy’da yaşamış Hıristiyan bir azizdir. Adada onun adına adanmış 14 kilise olduğu söylenmektedir. St. Mamas manastırı 18. yy. ‘dan kalmadır. Giriş ve sütunları Bizans kilisesinden kalıntıların üzerine Lüzinyanlar tarafından inşa edilmiştir. St. Mamas’ın mezarının başından beri aynı yerde olduğu sanılmaktadır. İkonastasisinin mermer alt kısmı Venedik kalkanlarıyla bezelidir. Ağaçtan yapılmış boyalı üst kısmı 16. yy oymacılık sanatının örneklerindendir.
LEFKE
Soli Harabeleri
Araştırmalarda, M.Ö. 700 yıllarına kadar uzanan bulgular ele geçmiştir. Şehrin uzunca bir süre limanı ve yakınındaki bakır madenleri nedeniyle önemli pozisyonunu korumayı başardığı anlaşılmaktadır. M.Ö. 498′de adadaki diğer krallıklarla birlikte Soli de Kıbrıs’ın yöneticisi olan Perslere başkaldırmış ve yenilmiştir. Bundan sonra şehrin daha iyi kontrolünün sağlanması için Pers taraftarı kral Doxandros of Marion tarafından sehrin yanına Vouni Sarayı yaptırılmıştır. Soli parlak dönemini Roma döneminde yaşamıştır. 7. yy’daki Arap akınları ise kentin sonu olmuştur. Araştırmalarda, Helenistik döneme ait altın ve gümüş takılar, M.Ö.1.yy’da yapılmış mermer bir Aphrodite heykeli, M.Ö.2.yy’a ait, Amazonlarla savaşı gösteren bir kabartma ele geçmiştir. Ayrıca, Helenistik döneme ait, agoraya açılan sütunlu caddenin ve agoradaki mermer bir anıtsal çeşmenin de kalıntıları ortaya çıkmıştır. Tatlı su kaynakları, verimli topraklar, liman, bakır yatakları, bol miktardaki odun rezervi Soli’nin burada kurulan ilk yerleşme olmayabileceğini göstermektedir ve arkeolojik kazılarda da M.Ö. 11. yy da yapılan bir yerleşmenin izlerine rastlanmıştır. Soli Bazilikası: Bazilikanın 4. yy’ın 2. yarısında yapıldığı, Kıbrıs’ta inşa edilen ilk kiliselerden olduğu bilinmektedir. 5. ve 6. yy’da genişletilmesine rağmen, 7. yy’daki Arap akını ile tahrip olmuştur. Üç kapılı bir girişi bulunmakta olan kilisenin, dört yanı sütunlarla çevrili ve çeşmeli bir avlusu vardır. Avlunun ardından üç kapılı başka bir giriş ile kiliseye girilmektedir. İçerde iki sıra halinde dizilmiş on ikişer sütun bulunmaktadır. Döşemesinde bulunan, genellikle geometrik ve hayvan figürü olan mozaiklerin büyük bir kısmı günümüze dek ulaşmıştır. Hıristiyan dünyasında Soli, St. Mark’ın St. Auxibius tarafından vaftiz edildiği yer olarak kabul edilmiştir. Soli Roma Tiyatrosu: Tiyatro, eskiden aynı yerde olan bir Yunan tiyatrosunun yerine, M.S.2. yy ile 3.yy arasındaki dönemde, bir tepenin denize bakan yamacında yapılmıştır. Seyircilerin oturacağı yarım daire şeklindeki bölüm tepenin kayalık kısmına oyulmuştur. Bu bölüm ile ortadaki koro yeri kireç taşından yapılma alçak bir duvarla ayrılmakta olup, koro yeri ve oturma yerlerine geçiş yanlardaki geçitlerle sağlanır.Gerçek kapasitesi 4000 kişi olan tiyatronun, sahne binası iki katlıdır. Bu bölüm mermer ve heykellerle süslüdür. Tiyatronun batısındaki bir tepe üzerinde Aphrodite’e adanmış bir tapınağın izlerine rastlanmıştır.
Vouni Sarayı
Marion kentinin Pers sempatizanı olan kralı Doxandros of Marion tarafından, civardaki Yunan taraftarı yerleşim birimlerinin (Soli Kenti) kontrolu için 5.yy’da yaptırılmıştır. Saray’da 137 adet oda bulunmaktadır. Bunlar idari bölümleri, yatak odalarını, erzak depolarını, hamam ve çalışma odalarını kapsar. M.Ö. 449 yılında bölgedeki Pers egemenliği yerini Yunan egemenliğine bırakınca, Saray işlevini yitirmiştir. Saray toplam yetmiş yıllık bir dönemde ayakta kalmış, daha sonra M.Ö. 380 yılında Soli halkı tarafından yakılmış ve bir daha yenilenememiştir. Sarayın su gereksinimi için kayalara oyulmuş sarnıçlarda biriken yağmur suları kullanılmaktadır. Erzakların depolandığı bazı odalarda içlerine anforaların oturduğu çukurlar göze çarpmaktadır. Hamamlar, sıcak hamam türünün eski örneklerindendir. Yapılan kazılarda, pişmiş topraktan yapılmış ve sarayın ortadan kalktığı yangında siyahlaşmış testi içinde “Vouni Hazinesi” olarak adlandırılan eşyalar bulunmuştur. Bunlar arasında altın ve gümüş bilezikler, işlemeli gümüş kupalar, Marion, Kition, Lapithos ve Paphos kentlerinin damgalarını taşıyan yüzlerce madeni para bulunmaktadır. Vouni’den görülen Petra tou Limniti adasında arkeologlar Neolitik dönem öncesi yerleşim izlerine rastlamışlardır. Sarayın güneyinde M.Ö. 5. yy’ın sonlarında yapılmış olan bir Athena tapınağının izleri bulunmuştur. İki avlusu ve etrafı çevrili kutsal bir alanın bulunduğu tapınakta, içlerine heykellerin oturtulduğu çukurlar da bellidir. Vouni kalıntılarının bölümleri, giriş, kraliyet odaları, sütunlu avlu, mutfak avlusu, sarnıç, erzak depoları, hamamlar, oturma odaları, iş yerleridir.
Kıbrıs Adası, çağlar boyunca, tarihin her döneminde çalkantılara sahne olmuştur. Gerek stratejik konumu gerekse doğal zenginliği nedeniyle komşusu olan ülkeler tarafından zaman zaman işgal edilmiş, kurulan kentler ve zenginlikler yağmalanmış, sıkıntılı dönemler yaşanmıştır. Tarih boyunca tüm kargaşalara ve zorluklara rağmen Kıbrıs Adası, kendine özgü tarihi varlığından hiç birşey kaybetmeden ve kültürünü daha da geliştirerek, zenginleştirerek günümüze gelmiştir.
Kıbrıs Adasının tarihini inceleyecek olursak, Milattan Önce 7000’li yıllara kadar uzandığını görürüz. İlk yaşam izlerine Neolotik Dönemde rastlanılır ve sonra da diğer çağlar sırasıyla yaşanır. Bu çağlardan günümüze uzanan mezarlardan çıkarılan, taş kaplar, pişmiş toprak kaplar, küçük toprak heykeller, İdollar, takılar, çakmak taşı balta ve silahlar, tunç, demir’den yapılmış ok, bıçak mızrak gibi buluntular günümüzde müzelerde sergilenmektedir.
Kıbrıs’ta yapılan arkeolojik kazılarda ele geçen buluntuların incelenmesi sonucunda, Kıbrıs’ta tarihin, M.Ö. 7.000‘li hatta Tatlısu kazılarından elde edilen buluntularla da 10.000’ li yıllara Paleolitik Döneme kadar uzandığı görülmektedir. Kıbrıs’a, Anadolu’dan ve Suriye’den gelen ilk insanlar genelde kıyılarda Vrysi gibi yerleşim yerleri kurmuşlardır.
Kıbrıs ta Kalkolitik Çağ M.Ö. 3500-2300
Kalkolitik Çağda, insanlar ada’da bol miktarda bulunan bakırı çıkarmaya başladılar. Bakırı işlemeyi bilmedikleri için bakır cevherini kesici alet olarak kullanmışlardır. Lapta ve Değirmenlikte bu çağın yerleşim izleri görülür.
Kıbrıs ta Tunç Çağı M.Ö. 2300-1050
Kıbrıs’ta, halkın bakırdan tunç elde etmeyi öğrenmesiyle Tunç Çağı başlar. Bu çağ; Eski, Orta ve Geç Tunç Çağı olarak üç devreye ayrılır. Pigades Tapınağı, Tumba Tu Skuru Mezarları, Karmi Tunç Çağı Mezarlığı, Enkomi Tapınağı bu devrin en önemli kalıntılarıdır.
Kıbrıs ta Demir Çağı M.Ö.1050 – M.S.395
Bu çağda, tunçtan yapılan aletler ve tunç kullanımı yerine, insanlar demir ve demirden yapılan aletleri kullanmaya başlamışlardır. Demir Çağını; Geometrik Devir (1050-750), Arkaik Devir (M.Ö.750-475), Klasik Devir (M.Ö.475-325), Hellenistik Devir (M.Ö.325-58) ve Roma Devrine (M.Ö.58- M.S.395) ayırabiliriz.
Kıbrıs ta Geometrik Devir (M.Ö.1050–750)
Bu devirde, Akalar, Dorlar, Fenikeliler adaya gelerek yerleşip, Soli, Salamis koloni kentleri gibi pek çok krallıklar kurmuşlardır.
Kıbrıs ta Arkaik Devir (M.Ö.750-475)
Asurlular, Mısırlılar ve Perslerin egemenlik dönemini kapsar.
Kıbrıs ta Klasik Devir (M.Ö.475-325)
Mısır egemenliğinden Perslere geçen ada, Büyük İskender’in İssos Savaşında Persleri yenmesiyle, Kıbrıs’ta hüküm süren Krallar, Büyük iskender’e bağlanmış ve adadaki Pers egemenliğine son verilmiştir.
Kıbrıs ta Hellenistik Devir ( M.Ö. 325-58)
Pers hakimiyetinden sonra Kıbrıs’ta, Hellenistik Devir yaşanır. tiyatrolar, gimnazyumlar, hamamlar, kral mezarları, heykeller yapılmaya başlanır. Büyük İskender’in ölümünden sonra (M.Ö.318) ise, generallerinin mücadelesi görülmektedir. Bu iç çekişmelerde, Mısır’ı ele geçiren Kral Ptoleme Kıbrıs Adasına da hükmetmeye başlamıştır.
Kıbrıs ta Roma Devri (M.Ö.58- M.S.395)
Kıbrıs, Komutan Marcus Porcius Cata tarafından Roma İmparatorluğu hakimiyetine alındı. Valiler tarafından idare edilen Kıbrıs’ta St.Barnabas Hiristiyanlığı yaymaya başlamıştır. Bu dönemde tiyatro, stadyum, agora, su kemeri, hamam gibi sanatsal yapılar inşa edilmiştir.
Kıbrıs ta Bizans Devri (M.S.395-1191)
Depremlerle yıkılan harap olan şehirlerden Salamis kentini, Bizans İmparatoru Constantius (337-361) yıllarında yeniden inşa edip, adını Constantia olarak değiştirmiştir. Bizans Devrinde, Muaviye komutasında ki İslam akınlarından Kıbrıs’da etkilenmiştir. Adaya akınlar düzenlenince sahil kentleri, içerilere taşınmak zorunda kalmış, Salamis kenti de, Mağusa’ya göç etmiştir. Adanın güvenliği için St.Hilerion , Bufavento ve Kantara Kaleleri inşa edilmiştir.
Bizans İmparatorluğunun zayıflama döneminde, Haçlı seferine çıkan İngiltere Kralı I. Richard (Richard Coeur de Lion) (1184-1191) Kıbrıs’ı alır. Fakat, meydana gelen isyanlar ve savaş masrafları yüzünden adayı, Haçlı Seferlerinde askeri ve dini bir örgüt olarak kurulan Templar Şövalyelerine 100.000 altın karşılığında satar.
Kıbrıs ta Templar Şövalyeleri Dönemi (1191 – 1192)
(The Knights Templar)Çok kısa sürmüştür. Buradaki yaşamı cazip bulmayan ve çıkan isyanlardan dolayı Templar Şövalyeleri adayı Richard’a iade ettiler. Richard ise Kudüs Kralı Fransız asıllı Guy de Lusignan’ı Kıbrıs Krallığına getirdi.
Kıbrıs ta Luzinyan Devri (1192 – 1489)
Kral Lusignan döneminde Lefkoşa başkent olur. Adanın gelişmesini sağlamak üzere halktan vergiler alır. Adanın gelişmesi ve savunmasına büyük harcamalar yapılır. Bu devirde görkemli katedrallar, saraylar, kiliseler, şapeller, manastırlar, konaklar yapılmıştır.
Cenevizliler adaya hakim olmak istedilerse de (1374), sadece Mağusa’ya ulaşarak burada yerleştiler. Memlûk Sultanı Baybarsın 1425 yılından itibaren Kıbrıs’a müdahalesiyle adaya çıkan Memlûk Ordusu, 1426 yılında Kral Janus’u yenerek esir aldı. Kıbrıs Adası üzerinde, Papalık ve İtalyan şehir devletlerinin giriştikleri mücadeler sonucunda Kıbrıs’ın tarih sahnesinde bu sefer Venedikliler görülür.
Kıbrıs ta Venedik Dönemi (1489-1570)
Kıbrıs Kralı II. Jacques’ın 1484 yılında ölmesiyle, beş yıl Kıbrıs’ı idare eden Venedikli Kraliçe Katerina Kornaro, idareyi Venedikliler’e bırakır. Venedikliler Kıbrıs’ı bir Askerî Valiyle yönetirlerse de adayı idare etmekte zorlanırlar. Hastalıklar, doğal afetler, 1491 yılındaki yer sarsıntıları, Venedik yönetimini sıkıntıya sokar. Kral Janus zamanında, Mısır Memluklularına 8000 Duka Altın vergi verilir.
Kıbrıs ta Osmanlı Dönemi (1570-1878)
1517 tarihinde Mısır’ı fetheden Yavuz Sultan Selim, Şam’da Venedikliler ile bir anlaşma yaptı. Bu anlaşmayla, Mısır’a verilen 8000 Duka Altınından oluşan vergi bundan sonra, Osmanlılara verilecektir. Böylece, Kıbrıs hukuken Osmanlı İmparatorluğuna bağlanır, Venedikliler ise adanın sahibi olarak kalırlar. Fakat adada üstlenen korsanlar, bölgeden geçen ticaret ve hacıları taşıyan gemilere saldırıyor ve yağmalıyorlardı. II. Sultan Selim zamanında, Kıbrıs Halkının da Osmanlı İmparatorluğuna başvurması üzerine, Şeyhül İslam Ebussuud Efendi, Venediklilerin verdikleri taahhütleri yerine getirmedikleri gerekçesiyle adanın fethedilmesi için bir fetva yayınlar.
Kıbrıs’ın fethinde, Başkomutan Lala Mustafa Paşa, Donanma Komutanı olarak da Piyale Paşa görevlendirilmiştir. Osmanlı Ordusu, 2 Temmuz 1570 tarihinde Limasol’u fetheder. 4 Temmuz 1570 ‘de Tuzla, 9 temmuz 1570 ‘de Girne kalesi, 9 Eylül 1570’de Lefkoşa ve 12 Eylül 1570 tarihinde Baf alınır. Osmanlı İmparatorluğu Ordusu Mağusa’yı kuşatır. Mağusa, Osmanlı’nın modern silahlarına karşı uzun süre direnir. Nihayet 1 Ağustos 1571 tarihinde Mağusa’nın fethedilmesiyle, ada tamamen Osmanlı İmparatorluğunun sınırları içine katılarak fetih tamamlanır.
Osmanlı İmparatorluğu Kıbrıs’ı, iskana açarak, sosyal ve kültürel gelişmeyi sağlayacak mimari eserlerin yapımına girişir ve Adanın azalan nüfusunun artırılması için, Anadolu’dan sanat erbabı kişiler Kıbrıs’a getirilir. Kıbrıs’taki toprak idaresi, Osmanlı İdaresindeki diğer ülkelerde de olduğu gibi vakıflar kurularak gerçekleşmiştir. Osmanlılar, ada da pek çok han, hamam, cami, mescit, tekke, kütüphane, çeşme, su kemeri gibi sanatsal yapılar yapmışlardır. Aynı zamanda, eskiden kalma yapılar da gerekli onarım ve ilaveler yapılarak geliştirilip kullanılmıştır.
1877 yılında Ruslar, Osmanlı İmparatorluğuna savaş açar, 3 Mart 1878 tarihinde Ruslarla, Yeşilköy (Ayestefanos) Antlaşması imzalanır. Bu arada İngiltere, Ruslara karşı Osmanlılara yardımcı olma amacıyla, 4 Haziran 1878 ile 1 Temmuz 1878 tarihlerinde Osmanlılarla gizli antlaşmalar imzalar. Adanın Yönetimi Osmanlılar tarafından geçici olarak 22 Temmuz 1878 tarihinde İngiltere’ye bırakılır. İngiltere, Kıbrıs’ta kaldığı sürece Osmanlı İmparatorluğuna, birinci yıl için 22936 kese altın (87799 İngiliz Sterlini ), ikinci yıl için ise, 92799 Sterlin kira ödemeyi de kabul eder.
Ada da 308 yıl süren Osmanlı İmparatorluğu Dönemi, böylece geçici de olsa son bulur. Osmanlı İmparatorluğunun, Birinci Dünya Savaşında İttifak Devletleri safında yer almasını fırsat bilen İngiltere, 5 Kasım 1914 tarihinde adayı tamamen ilhak etmiştir. Atatürk’ün önderliğinde yapılan İstiklal savaşının kazanılmasından sonra 23 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşmasıyla, İtilaf Devletlerince resmen tanınan Türkiye Cumhuriyeti, bu anlaşmanın 16, 20 ve 21. maddeleri gereğince Kıbrıs’ın İngilizlere ilhakını kabul etmiştir
Kıbrıs ta İngiliz Sömürge İdaresi (1878 – 1960)
Zamanında, adada yaşayan Rumlar, Yunanistan’ın teşviki ve desteğiyle 1931 yılında isyan ederek, adayı Yunanistan’a ilhak etmek istediler. Barışçı yollarla “Enosis”ı gerçekleştiremeyen Rumlar, 1953 yılında “EOKA” terör örgütünü kurdular. 1 Nisan 1955’de yayınladıkları bildiriyle Grivas’ın komutasında ki EOKA örgütü, İngilizleri ve Türkleri düşman kabul edip imha edeceklerini ve amaçlarının, Yunanistan ile birleşmek olduğunu açıkladılar. Önceleri, İngiliz askerlerine ve yerleşik ailelere saldıran Rumlar, daha sonra bu saldırılarına Türkleri’de dahil etmişlerdir. Enosis uğruna birçok masum insan ölmüş, aileler perişan olmuştur.
İngiltere “EOKA”nın üzerine ciddi bir şekilde gitmemiştir. Giderek artan şiddet karşısında korunma ihtiyacı duyan Kıbrıs Türk Halkı 1 Ağustos 1956 tarihinde “Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilatı”nı (TMT) kurmuştur. TMT Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakına karşı başarılı mücadeleler yapmıştır. Şiddet eylemlerinin tırmanması üzerine İngiltere, Makarios ve Rum liderlerle “Self-Government” üzerinde anlaşmaya çalışmıştır. Kabul görmeyince, Makarios ve Kipriyanu sürgüne gönderilmiştir. İngiltere, adanın Türk ve Rum tarafları ile birlikte Türkiye, Yunanistan ve İngiltere tarafından ortak yönetilmesini teklif etmiştir. Bu teklif, Yunanistan tarafından red edilmesine karşın, İngiltere planı uygulamaya koymuştur. Türkiye Temsilcisinin 1 Ekim 1958′ de resmen ve fiilen görevine başlaması sonucu Yunanistan görüşme masasına oturmuştur.
Türkiye ve Yunanistan Dışişleri Bakanları Zürih’te bir araya gelerek Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması konusunda anlaştılar. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Adnan Menderes ve Yunanistan Başbakanı Karamanlis 11 Şubat 1959′ da 27 maddelik Zürih Anlaşması’nı imzaladılar. Kıbrıs Türk ve Rum Liderleri de 19 Şubat 1959′da Londra Anlaşması’nı imzalayarak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması üzerine anlaştılar. Bu anlaşmalara göre hazırlanan Kıbrıs Anayasası’nın kabulüyle 15-16 Ağustos 1959 gece yarısı “Kıbrıs Cumhuriyeti” ilan edildi. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilanıyla Yunanistan “Enosis”, Türkiye de “Taksim” tezinden vazgeçmiş oldu.
Rum tarafından Makarios Cumhurbaşkanı, Türk tarafından Dr. Fazıl Küçük Cumhurbaşkanı yardımcısı seçildi. Cumhuriyetin ilk günlerinden itibaren, Makarios başta olmak üzere pek çok yetkili, Cumhuriyeti Enosis’e (ilhak) giden bir yol olarak gördüklerini bildirmeye başladılar. Cumhurbaşkanı Makarios, 1963 yılında, Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasa’sının 13. maddesini tek taraflı olarak değiştirme kararı aldı. Aralık ayında, Türklerin evleri basıldı, kadın, çoluk çocuk öldürüldü. Evler, işyerleri tahrip edilmeye başlandı. Türkler rehin alındı. Ekonomik yönden abluka uygulanmaya başlandı. Birleşmiş Milletlerin Barış Gücü Askerleri, Rum ve Türk bölgeleri arasında süren bu çarpışmaları önlemek amacıyla, 14 Mart 1964 tarihinde adaya gönderildi. Olayların tırmanması üzerine, Türkiye Cumhuriyeti Büyük Millet Meclisi, Garanti Anlaşmasının 4.maddesine dayanarak 16 Mart 1964 tarihinde, adaya müdahale kararı aldı. Türk uçakları, 7 ağustos 1964 tarihinde Rumların saldırılarını durdurma ve Erenköy’deki Türkleri kurtarmak amacıyla ihtar uçuşları yaptı. Bu gelişmeler üzerine görüşmeler başlatıldı ama bir sonuca ulaşılamadı. Rum tarafından, Türklere uygulanan idari ve askeri baskılar, artarak devam etti. 15 Kasım 1967 tarihinde, Barış Gücü kuvvetlerine rağmen, Türk’ler baskına uğradı. Grivas komutasındaki Rum ve Yunan Askeri Kuvvetleri, Geçitkale ve Boğaziçi köylerine imha harekatına giriştiler. Ada’ da 28 Aralık 1967 tarihinde, geçici Kıbrıs Türk Yönetimi kuruldu. Türkler teşkilatlandılar. Bu yönetim 20 temmuz 1974 yılına kadar Kıbrıs Türklerini yönetti. 15 Temmuz 1974 tarihinde EOKA’cı Nikos Sampson Makarios yönetimine karşı bir darbe yaptı. Makarios İngilizlere sığınmak zorunda kaldı ve adadan kaçırıldı. Samson’un hedefi, kısa sürede adadaki Türkleri yok etmek ve Türkiye’nin müdahale etmesini önleyerek Enosis’i gerçekleştirmekti. Bu amaçla çeşitli yerlerde yapılan saldırılarda toplu olarak şehit edilen Türkler, Atlılar, Muratağa-Sandallar, Topçuköy, Geçitkale (Köfünye) gibi Toplu Mezarlara gömülmüştür. Bu mezarlara Şehitlik Anıtları yapılmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti, Kıbrıs adasındaki gelişmeleri ve Rumların adım adım Enosis’e giden tutumunu kaygıyla izliyordu. Nihayet Garanti Anlaşmasının 4. maddesine dayanarak, ada’ da Türklere karşı yapılan imhayı önlemek için, 20 Temmuz 1974 tarihinde müdahalede bulunmak zorunda kaldı. O günün Başbakanı Bülent Ecevit adaya çıkan Türk Askerlerinin “Sadece Kıbrıslı Türkler’e değil, Kıbrıslı Rumlara da barış getirdiğini” söylemiştir. Türklerin 12 yıl süren ızdıraplı günleri bitmiş, Türkiye’nin güvencesiyle mutlu bir yaşam ortamı tesis edilmiştir. Ancak Geçici Türk Yönetimi, gerçekleştirilen Barış Harekatından sonra, ada’ da meydana gelen Kuzeyden Güneye Rum göçlerini ve Güneyden Kuzeye Türk göçlerini düzenlemek açısından yeterli olamayınca ve siyasal gelişmeler nedeniyle zorlanınca 1 Ekim 1974 tarihinde Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi kuruldu.
20 temmuz 1974 Barış Harekatı ndan sonra, Türkler ve Rumlar Kuzeyde ve Güneyde ayrı ayrı yaşamaya başladılar. 13 Şubat 1975 tarihinde ise, Otonom Türk Yönetim Kurulu ile Meclisinin ortak toplantısında “Kıbrıs Türk Federe devleti”’nin ilan edilmesi kararı alındı. Bu kararda, 1960 tarihinde kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasa’sının, Türk Toplumuna sağladığı hakların, Rumlar tarafından sürekli engellenmesi ve Rumlarla bir arada yaşama imkanının kalmamış olması etkili olmuştur. İki toplumun, yan yana fakat ayrı bölgelerde, bir federasyon çatısı altında yaşamaları düşünülmüştür. Türk Federe Devleti Başkanlığına daRauf R. Denktaş getirilmiştir.
Rum Yönetiminin, Kıbrıs’ta tek meşru hükümet olarak kendilerini görmeleri ve Barış Anlaşmaları Toplantılarında alınan kararları kabul etmemeleri, Türk Halkının ortaklık statüsünü reddetmeleri, görüşmeleri sürekli engellemeleri 13 Mayıs 1983 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulundan çıkarttıkları tek yanlı karar ve Avrupa Konseyi Danışma Meclisinde yaptıkları kabul edilemeyecek çıkışları, Türk Halkının sabrını taşırmış ve Kıbrıs Türk Federe Devleti Meclisi karar alarak, “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni” 15 Kasım 1983 tarihinde ilan etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti, yeni kurulan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini tanıyan ilk ülke olmuştur.
1984 tarihinden günümüze kadar, gerek Birleşmiş Milletler nezdinde, gerek garantör devletler ve AB nezdinde, yapılan çözüm çalışmalarının sonucunda, 15 Kasım 2002 tarihinde BM Genel Sekreteri Kofi Annan, Kıbrıs’a gelerek taraflarla görüşmüştür. BM Genel Sekreteri, Kıbrıs Rum Kesimi Lideri Glafkos Klerides’le görüştükten sonra KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’la da bir araya gelmiştir. Annan, Kıbrıs’ta sorunun çözümü için, daha ileri bir adım atılmasını sağlamaya çalışmıştır.
24 Nisan 2004 tarihinde Kofi Annan’ın hazırladığı “Annan Planı “ her iki toplumda referanduma sunulmuştur. Kuzey Kıbrıs’ta % 64.91 Evet, % 35.09 hayır, Güney Kıbrıs’ta %75.83 hayır, % 24.17 evet oyu çıkmıştır. Kuzey Kıbrıs % 64.91 evet oyu vererek Annan planına destek verdiğini ve çözümden yana olduğunu bir kez daha göstermiştir.
23 Nisan 2003 tarihinden sonra Güney ile Kuzey arasında bazı kapılar karşılıklı olarak açılarak iki tarafta yaşayanların gidip gelmeleri sağlanmıştır. Bu davranış iyi bir niyetin önemli göstergesi olmuştur.
Kıbrıs 1571′de Türk toprağı olmuştur. Fetihten hemen sonra 2 Eylül 1572′de çıkarılan bir fermanla çoğu Karaman’dan bir kısmı da Antalya Beyşehir Seydişehir Akşehir Niğde Ürgüp Akdağ Bozok kazalarından gönderilen 20.000 Türk Kıbrıs’a yerleştirilir. Ayrıca belli zamanlarda bazı sebeplerle çok sayıda Türk aşireti Kıbrıs’a sürgüne gönderilmiştir. Bunların adları Şamlu Kara Hacılu Eski Yürük Kiseoğlu Şeyhlü Senedlü Batralı Çıblaklı Gedikli Toslaklı Cirid ve Saçıkara’dır. Dirimlü ve Kaçar Halil aşiretlerinin adları da resmi belgelerde geçmektedir. Buselioğlu ve Şeyhlü aşiretlerinin ise Kıbrıs’a ulaşmadan geri döndükleri ve Anadolu içlerine yerleştikleri belirtilmektedir. Bu günkü Kıbrıs Türkleri 16. yüzyılın sonlarında Kıbrıs’a yerleşen bu Türkler’in torunlarıdır. B u göç ve sürgünlerin sonunda 1777′de Türklerin sayısı Hıristiyanların sayısını 10.000 aşmıştır.
kaynak: GeldiK Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti tarihçesi / Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti tarihçesi hak – GeldiK
1878′de başlayan Kıbrıs’taki İngiliz hakimiyeti 1914′te ilhaka varır. 1923 Lozan Anlaşması’ndan sonra sayıları 300.000′i aşan Kıbrıs Türkü Kıbrıs’tan Türkiye’ye iltica eder ve Silifke Anamur Antalya Alanya gibi bölgelere yerleşirler. Aynı dönemde Kıbrıs Türkleri’nden bazıları da İngiltere’ye göçmüştür. Bu gün 50-60 bin civarında Kıbrıs Türkünün İngiltere’de yaşadığı tahmin edilmektedir. Kıbrıs’taki Türk nüfusu 1960′tan önce 120.000 olarak tespit edilmiş ve Türkler Kıbrıs Cumhuriyeti yönetimine bu esasa göre iştirak etmişlerdi. 1963 yılında başlatılan jenosit ve uygulanan baskılarla Türkler’in bir kısmı İngilere’ye ve Avustralya’ya çok az bir kısmı da Almanya’ya göç etmiştir. 1969 yılında yapılan nüfus sayımından en az 10.000 Türk’ün bu göç döneminde Ada’dan ayrıldığı anlaşılmaktadır. 1969 nüfus sayımında Türk nüfusunun Lefkoşe Magosa Larnaka Limasol Baf Girne merkez ve çevresinde yoğunlaştığı görülmektedir.
Son olarak 1989′da yapılan nüfus sayımına göre Kıbrıs’ta 162.676 Türk yaşamaktadır. Bu gün bu sayının 180.000′e ulaştığı tahmin edilmektedir.
Yunan-Rum ittifakı Kıbrıs üzerindeki emellerinden hiç bir dönemde vazgeçmemiştir. 1955′te başlayan Ada’yı Rumlaştırma ve Yunanistan’a bağlama politikası 1974′ün 15 Temmuzunda durdurulmuş ve 15 Kasım 1983′te 3.335 km²’lik bir bölgede Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edilmiştir. Başkenti Lefkoşe’dir. İdari açıdan Gazimagosa Güzelyurt ve Girne olmak üzere üç kazası daha bulunmaktadır. Bütün bu gelişmelere rağmen Kıbrıs üzerinde oynanan oyunlar son bulmamıştır. Kıbrıs halen Türkiye’nin en başta gelen dış politika meselelerinden birini teşkil etmektedir.
Ada eski çaglarda Hititler’den Eski Mısırlılar’a ve Antik Yunanlar’a birçok medeniyetin yönetimine girmistir. M.Ö. 58 yılında ada Romalılar tarafından alınmıs ve 350 sene boyunca Roma İmparatorlugu kontrolünde kalmıstır. 395’te Bizans İmparatorlugu’nun bir parçasialan adada halk Putperestlikten yavas yavas Ortodoksluk’a kaymıstır. 1191 yılında Aslan Yürekli RichardÜçüncü HaçliSeferi sırasında adaya yerlesmis ve daha sonra adayiTemplar sövalyeleri’ne satmıstır. 1192 yılında adayisatın alan Guy de Lusignan ve soyu 1489’da Venedikliler’in adayialısına kadar Kıbrıs’iyönetimi altında tutmuslardır.
1571 yılında Osmanlılar adayifesetmisler ilk Türk yerlesimciler adaya bu tarihde gelmeye baslamıslardı. Bu gün ada da yasayan Kıbrıs Türkleri’nin (Barıs Harekâtı’ndan sonra Türkiye’den gelenler hariç) soyu bu Osmanliidaresinde adaya gönderilen Türklerden gelmektedir. 1571 tarihinden 1878′e dek Osmanliyönetiminde bulunan Kıbrıseyalet statüsünde olmustur. Hatta bu zaman diliminde Anadolu’da Akdeniz kenarındaki baziliman sehirleride Kıbrıs Eyaleti’ne baglanmıstır. 1877 – 1878 yıllariarsında gerçeklesen ve tarihte 93 Harbi olarakta biline Osmanlı-Rus Savasisonrasında OsmanliDevleti’nin Ruslar karsısındaki yenilgisi üzerine Ruslara karsifazla ödün vermemek amacıyla İngilizlerin istegi üzerine ada 92000 altına Britanya İmparatorlugu’na kiralandı. Osmanlimülkiyeti devam ediyor sayılmakla birlikte yönetim tamamen İngilizlere geçti. İngilizler adayiyönetmek için “Komiser” tayin ettiler. 1914′de basayan Birinci Dünya Savası’nda Osmanlı’nın İngiltere kasısında ki Almanya’nın yanında savasa girmesi üzerine İngiltere adaya tamamen el koydugunu açıklayıp adaya vali tayin etti. Hem Birinci Dünya Savası yıllarında hem de Kurtulus Savası yıllarında İngiltere’ye bagliolmaya devam eden Kıbrıs adası Türk Kurtulus Savasisonrasında 1923′de imzalanan Lozan Barıs Antlasması’nın 20. Maddesi geregince İngiltere’ye ilhak edildi. 1925 yılında Kıbrıs Crown Colony olarak ilan edildi ve adaya ilk Türkiye Cumhuriyeti konsolosu atandı. 1931′den itibaren Rumların Enosis isyanibasladı Rumlar İngiliz valisinin konagıniyakınca İngiliz politikasisertlesti. Türk cemaati Enosis’e karsioldugunu açıkladı. 1939′da Almanya’nın Polonya’ya saldırısiile baslayan İkinci Dünya Savası’nda İngiltere Ortadogu’nun kontrolü için stratejik önemi olan adayielinden kaçırmamak için özerklik vaadinde bulunacagıniyaymasına ragmen Rumlar amaciise Enosis’di. 1943 yılında Kıbrıs AdasiTürk AzınlıgiKurumu (KATAK) kuruldu. Yalnız İngiltere güdümlü yapısinedeniyle gelisememesi üzerine Doktor Fazıl Küçük1944′de Kıbrıs Milli Türk Halk Partisi’ni kurdu. İkinci Dünya Savası’nın ardından bütün dünyada kolonilerin tasfiyesi egilimi yaygınlasınca Kıbrıs Rum Ortodoks Liderligine 18 Ekim1950′de basına Makarios III seçilmesi ile yogun bir kampanyaya giristi. Yunanistan Hükûmeti 1954′de Birlesmis Milletler’e ulusların kendi kaderlerini tayin haklarının (Self-determinasyon) Kıbrıs için de uygulanmasiyolunda basvuruda bulundu. Türkiye’nin karsiçıktıgibu istek ve Birlesmis Milletler’ce de reddedildi. Yunan terör örgütü EOKA1 Nisan1955’de adada faaliyete geçti. Rumlar arasında Enosisçi-Anti Enosisçi çatısmasibasladı. Türkiye ilk kez sorunda taraf olmayikabul etti ve 29 Agustos’ta Londra’da İngiltere ve Yunanistan’ın katıldıgitoplantıda Türkiye de temsil edildi. Konferans devam ederken EOKA terörünün Türkleri de hedef almaya baslamasikarsısında İstanbul’da ki mitingler kontrolden çıktı. Daha sonralari6-7 Eylül Olayları diye anılacak olan yagma ve tahribat Türkiye’deki Rumlar kadar diger azınlıklarida zarar gördü. İngiliz Hükûmeti karısıklıkların bas kıskırtıcısisıfatıyla Baspiskopos Makarios’u 1956′da Seysel Adaları’na sürdü. sumb arması]] Birlesmis Milletler’de Türkiye ilk kez taksim tezini açıkladı. İngiltere askerî üssünün kalmasikosuluyla self-determinasyon’u kabul etmeye yanastı. NATO arabuluculuk görevini üstlenince EOKA geçici olarak ateskes ilan etti; Makarios serbest bırakıldı. 15 Kasım1957′de Türk Mukavemet Teskilatı kuruldu. 1958 yılında gündeme gelen MacMillan Planı’na göre Kıbrıs’ın İngiliz Milletler Toplulugu içinde kalmasına ama Türkiye ve Yunanistan’la da baglara sahip olmasına karar verildi.
İki halk arasında baslayan çarpısmalar sonucu Rumların savundugu Enosis ve Türklerin savundugu Taksime karsibir orta yol olarak adanın bagımsızlıgifikri dogmustu. Bu fikrin İngiltere Yunanistan Türkiye ve ABD tarafından benimsenmesinden sonra İngiltere Basbakanive üç devletin dısisleri bakanlarının katılımıyla 11 subat1958′de Zürih Antlasması ve 19 subat1959′da da Londra Antlasması imzalandı. Bu anlasmaların altına İngiltere ve iki anavatan yanında adadaki her iki toplum da esit statüde iki kurucu ortak olarak imza attı. Londra ve Zürih Anlasmalarına uygun olarak hazırlanan Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası ile buna bagliKurulus İttifak ve Garanti Antlasmaları’nın 16 Agustos1960’da yürürlüge girmesi ile iki uluslu bagımsız Kıbrıs Cumhuriyeti dogmus oldu. Bu fonksiyonel federatif bir ortaklık cumhuriyetiydi. Egemenlik ve bagımsızlık iki ulusal topluma ortaklasa verilmisti. CumhurbaskanılıniRum lider Makarios’un yaptıgiyeni cumhuriyetin cumhurbaskan yardımcısiTürk toplumu lideri Fazıl Küçük’tü.
1960′da kurulan cumhuriyet tam bir ortaklık cumhuriyeti idi. Her iki toplumada nüfuslarına göre hern kurumda yeterli temsil hakkına sahipdi. Lakin Kıbrıs Cumhuriyeti cumhurbaskaniMakarios 30 Kasım 1963’de aralarında anayasanın degismez maddelerininde bulunddgu 13 maddeden olusan anayasa degisiklik önerilerini sundu. Bunlar arasında Kıbrıs Türkü olan Baskan Yardımcısı’nın veto hakkının ortadan kaldırılması; Temsilciler Meclisinde ayriçogunluklar ilkesinin ortadan kaldırılarak kararların basit çogunlukla alınması; ayribelediyelerin ortadan kaldırılmasigibi maddeler de bulunmaktaydı. ABD BaskaniKennedy Makarios’a bundan vazgeçmesini önerdi ve Türkiye tek taraflidegisiklikleri kabul etmeyecegini bildirdi. Kıbrıs Türkleri’nin de reddi üzerine Kıbrıs Rumları 21 Aralık1963’te Kıbrıs Türklerine karsiada çapında saldırıya geçerek önceden Yunanistan’la isbirligi içerisinde hazırlanmıs ve ada Türklerini 24 saat içerisinde yok etmeyi amaçlayan Akritas Planıniyürürlüge koydular. 21 Nisan 1966 tarihli Patris Gazetesi’nde yayınlanan bu plana göre Türk halkisindirilerek ada Yunanistan’a baglanacaktı. 21 Aralık 1963’te EOKA Akritas Planı’nın silahlieylem safhasıniuygulamaya koydu. KanliNoel adiverilen bu haftada EOKA yüzlerce Türk’ü öldürdü binlercesini yaraladiBu gelismeler ısıgında 27 Aralık 1963’te bir İngiliz komutasında üç garantör ülkenin askerleri barısikoruma kuvvet adialtında adada göreve basladı. 30 Aralık 1963’te Rumların saldırılarının durdugu yere Lefkosa’nın Türk ve Rum Kesimlerini ayıran Yesil Hat çizildi. 1964 Ocagında Londra’da üç garantör ülke ve adadaki toplum liderlerinin katıldıgibir konferans düzenlensede fakat olumlu bir sonuç alınamadı. 4 Mart 1964 yılında BM Güvenlik Konseyi 186 sayılikarariile Kıbrıs Hükûmeti’nden siddeti ve kan dökülmesini önleyecek kararlar almasıniistedi. Bu kararla birlikte ilk defa Rum Yönetimi Kıbrıs Hükûmeti olarak tanınmaya basladı. 4 Nisan 1964’te kontrolü karar mekanizmalarında artık Türklerin bulunmadıgiKıbrıs Cumhuriyeti’ne verilen BM Barıs Gücü adada göreve basladı. 4 Nisan 1964’de ise Makarios Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kuran anlasmalaritek yönlü olarak feshettigini açıkladı. Bu olaylar neticesinde yüzlerce Türk’ün öldü veya yaralandı 103 köyden 30 bin Türk göçmen durumuna geldi Türklere ait ev ve mallar tahrip ve talan edildi. Bu saldırılarla aynianda Kıbrıs Türkleri devlet mekanizmasının bütün organlarından dıslanırlar ve 1960 yılında kurulan ortaklık cumhuriyeti yerine tamamen Rumlar’dan olusan bir devlet olustu. 1967’de Rum saldırılaritekrar basladı. Yunan ordusunun 15 bin askeri gayri resmî olarak adaya yerlestirildi. Türklere karsisürdürülen soykırımın kesilmesi için Türk ve Yunan basbakanlariarasında düzenlenen toplantibir sonuç vermeyince Türkiye askerî müdahalede bulunacagıniaçıkladı. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Kurucusu ve İlk Cumhurbaskanı Rauf Raif Denktas TBMM hükûmete müdahale yetkisi verdi. Türk uçaklariKıbrıs üzerinde uçmaya basladı. Donanma ve çıkarma birlikleri harekete geçti. ABD’nin arabuluculuguyla Yunan birliklerinin geri çekilmesi saglanınca Türk harekâtidurduruldu. Yunanlılar üç Türk köyünden geri çekilirken arkalarında 24 ölü bıraktılar. 1964’ten beri Türkiye’de bulunan Rauf Denktas gizlice adaya gitti. Denktas Yunanlılarca tutuklandiama Türkiye ve ABD’nin baskısıyla iade edildi. Kıbrıs’ta nihai amaç Enosis’ti ama bunun kimin tarafından ve hangi yoldan gerçeklestirilecegi konusunda Makarios’la Cunta birbirlerine düsmüslerdi. 15 Temmuz 1974′de gerçeklesen darbe ile Makarios’u destekleyen Akel ve Edek mensuplarikatledilerek iktidara el konuldu ve geçici bir süre için Nicos Samson Cumhurbaskanlıgı’na getirildi. Adadaki İngiliz üssüne sıgınan Makarios Kıbrıs’iterk etmek zorunda kaldı. Durumu görüsmek üzere New York’a giden Makarios 19 Temmuz 1974’te BM Güvenlik Konseyi’nde konusma yapmak yaptı. Bu konusmasında Makarios EOKA-B’yi terörist örgüt olarak niteleyerek bunu Yunanistan’ın yönettigini ve Kıbrıs’ta darbe yaparak adayiisgale yeltendigini resmen açıkladı. Darbe ile Rumlar tarafından gerçeklestirilen Türk ve Rum katliami20 Temmuz 1974′de gerçeklesen Kıbrıs Barıs Harekâtiile son buldu.
Ayse tatile çıksın
Dönemin Türkiye BasbakaniBülent Ecevit adadaki Yunan isgalini önlemek amaciile müdahaleye karar verdikten sonra 1960 Antlasmalarına göre üç garantör devletten biri olan İngiltere ile birlikte müdahale etmek amacıyla görüsme yapmak için 16 Temmuz1974’te İngiltere’ye gitti. Fakat İngiltere böyle bir harekâta sıcak bakmadı. Bunun üzerine Türkiye hükûmeti 1960 Garanti Antlasması’ndan kaynaklanan tek yanlimüdahale hakkınikullanarak 20 Temmuz1974’te Barıs Harekatınigerçeklestirdi. “Ayse tatile çıksın” Ecevit’in İngiltere’den aldıgiyanıt üzerine Ankara’ya telefon açtıgında kullandıgive müdahalenin baslamasınibelirten bir sifreydi. Yapılan I. ve II. Harekât sonrasında bugünkü KKTC sınıriYesil Hat’a göre belirlendi. Türkiye’nin 1974 yılında adaya gerçeklestirmis oldugu müdahalenin uluslararasianlasmalardan kaynaklanan yasal bir zemine dayandıgive isgal olarak kesinlikle tanımlanamayacagigerek Avrupa Konseyi’nin 29 Temmuz 1974 tarih ve 573 sayılikararı gerekse de Atina Yüksek Mahkemesi’nin 21 Mart 1979 tarihinde aldıgi2658/79 sayılikararla tescil edilmistir. Avrupa Konseyi 573 sayılikararının 3. maddesinde;denmektedir. Atina Temyiz Mahkemesi ise karında;demektedir.
Kıbrıs Türk Federe Devleti
15 Temmuz 1974′de gerçeklesen darbe ve bunun sebebiyet verdigi olaylariizleyen aylarda Cenevre Konferansı yapılmıs ve bu Konferans’ta Kıbrıs’ta fiilen iki ayriözerk idarenin bulundugunu üç garantör ülke olan Türkiye Yunanistan ve İngiltere tarafından kabul edilmistir. Ancak 1974’te kurulan ve Cenevre Deklerasyonu’nda varlıgiteyid edilen Otonon Kıbrıs Türk Yönetimi Kıbrıs Türkleri’nin ihtiyaçlarınikarsılamaya yeterli degildi. Yeni dogan özgürlük ortamında Kıbrıs Türkleri’nin politik ekonomik sosyal ve idari ihtiyaçlarınikarsılamak ve Kıbrıs’ta ileride kurulacak iki kesimli federal bir Kıbrıs Cumhuriyeti’ne zemin hazırlamak için Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi 13 subat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti olarak yeniden düzenlenerek Fazıl Küçük tarafından ilan edildi. 1975’te kurulan Kıbrıs Türk Federe Devleti 1963’te Kıbrıs Türklerinin idare dısına atılmalariile baslayan ve önce Geçici Kıbrıs Türk Yönetimi seklinde gelisen bir sürecin sonunda ortaya çıkmıstır.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin İlani
Kıbrıs Rumları’nın kendilerini 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devamiolduklarıniiddia etmeleri nedeniyle Kıbrıs Türkleri ile yapılacak anlasmalara yanasmamalarive Kıbrıs Türk Halkiüzerine izolasyonlariyogunlastırmalariüzerine Self-determinasyon hakkınikullanan Kıbrıs Türk Federe Devleti meclisi 15 Kasım1983′de oybirligi ile aldıgibir kararla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ilan ettigini dünyaya duyurdu. KKTC’nin kurulus bildirgesini kurucu cumhurbaskaniRauf Denktas okudu. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kurulması Rum tarafının Yunanistan’ın ve bazidevletlerin yanısıra BM Güvenlik Konseyi’nin de tepkisini çekti. Güvenlik Konseyi 18 Kasım’da aldıgibir kararla bagımsızlık kararınikınadı. Türkiye Bagımsızlık kararisonrasında KKTC’yi ilk ve tek tanıyan ülke oldu. Türkiye’ye yakın bazidevletler Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanımanın esigine gelmislerdi ki ABD ve İngiltere’nin baskılariile bu kararlarından vazgeçtiler. 13 Mayıs1984’te de BM Güvenlik Konseyi 550 sayılikarariile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilanıniayrılıkçibir hareket olarak tanımladı.
Magosa’nın 15 km uzağında tamamen Türklerle meskun bir köydü Atlılar. Ancak Rum caniler geldi. ve 27 Türk’e mezar oldu. Atlılar toplu mezarı 21 Ağustos 1974 tarihinde ortaya çıkarıldı 15 Ağustos 1974 günü kurşuna dizilen kadın-erkek çoluk-çocuk 57 Türk çukura üst üste atılmış ve üzerleri buldozerlerle kapatılmıştı.
ATLILAR KÖYÜ ŞEHİTLERİMİZİN LİSTESİ
Tülay Süleyman (27)Şifa Hasan Kara Hüseyin (60)Hasan Süleyman (9)Nadir Hasan Kara Hüseyin (24)Kemal Süleyman (6)Meral Hasan Kara Hüseyin (20)Okkan Süleyman (3)Fatma Kamil Meriç (26)Ayşe Hasan (55)Vedia Kamil Meriç (6)Narin Hasan (15) Yonca Kamil Meriç (4)Kıymet Hasan (20)Ozan Kamil Meriç (3)Gürhan Ali Çerkez (12)Hakan Kamil Meriç (2)Betül Hüseyin (12)Kağan Kamil Meriç (12)Mualla Ali Faik (28)Fatma Mehmet Naci (50)Gülden Ali Faik (4)Şükran Mehmet Naci (22)Özlem Ali Faik (2)Soncan Mehmet Naci (14)Selden Ali Faik (16 günlük)Erünsal Mehmet Naci (10)Fatma Tahir (40)Nazım Hüseyin (6)Emine Tahir (18)Şadiye Şadan (48)Emine Hasan Muhammet (29)Ülkü Şadan (22)Ahmet Hasan Muhammet (3) Fatma Şadan (19)Bahire Hasan Muhammet (3)Rahme Cemal (65)Hasan Kara Hüseyin (68)
Kuzey Kıbrıs’a hava ve deniz yolu ile ulasmak mümkündür.
Herhangi bir pasaport veya resmi kimlik belgesiyle Kuzey Kıbrıs’a gelinebilir. Üç aydan fazla sürede kalacakların KKTC Muhaceret Dairesi’ne basvurup vize almalarigerekir. Kuzey Kıbrıs’a gelen turistlerin sahsi esyalarına ve gıda maddelerine gümrük uygulamasiyoktur. Turistler beraberlerinde 400 sigara karsılıgitütün veya puro ile bir sise alkollü içki ve parfüm getirebilir. KKTC’de bulunan Arkeolojik ve Tarihi Eserlerin KKTC’den çıkarılmasiyasaktır. Kuzey Kıbrıs’a hava ulasımiErcan veya Geçitkale Havalimanlarından yapılmaktadır.Havayolu ile Türkiye’ye İstanbul ve Ankara’ya hergün İzmir Antalya ve Adana sehirlerine ise haftanın belirli günlerinde seferler mevcuttur. Türkiye dısındaki ülke seferleri İstanbul İzmir ve Antalya üzerinden yapılmaktadır. Denizyolu ile Girne ve Gazimagusa olmak üzere iki deniz limaniüzerinden Mersin ve Tasucu’na seferler mevcuttur. Yaz döneminde Girne-Alanya-Girne seferleri yapılmaktadır.
Gazi Magusa
Kentin çekirdegini kıyıdaki lagünün çevresine Mısır KraliII. Ptolemy Phiadelphus’un (İÖ 285-247) kurdugu ve karısının adıniverdigi Arsinoe denilen bir yerlesmenin olusturdugu söylenmektedir. Daha sonra kentleri 648 yılında Arap korsanlaritarafından yagmalanınca Arsinoe’ye göç eden Salamisliler Arapların bulamamasiumuduyla buraya Ammakhostos ya da “kumlara gizli” adınivermislerdir. Bugünkü Famagusta (Gazimagusa) sözcügü de buradan türetilmisti.
Famagusta’nın asıl gelismesinin ada 1191 yılında haçlıların eline geçtikten sonra gerçeklestigi görülmektedir. Bu tarihten sonra kent hacıların Kudüs’e gidip gelirken mola verdikleri bir durak haline gelmistir. Hristiyanlıgın kutsal topraklardaki son kalesi Akra da 1187 yılında Eyyubiler tarafından alınınca son Hristiyan sövalyeleri soylular ve tüccarlar Famagusta’ya göçmüs ve kutsal topraklara dönecekleri günü beklemeye baslamıslardır. Papalıgın Hristiyanların dinsizlerle alıs veris etmesini yasaklamasından sonra Kıbrıs limanlariSuriye limanlarının yerini almıs ve Batıliülkeler ekonomik çıkarlarınikorumak için Famagusta’da ticaret kolonileri kurmuslardır. Her ne kadar bu çıkar kavgasisonunda Cenevizlilerin zaferiyle bitmisse de sonu gelmeyen kanlimücadele Famagusta’yitüketmis ve nüfusunun büyük bir kısmikenti terketmisti. 1489 yılında ada Venediklilerin eline geçtiginde kent yıkıntihalinde idi.
Venediklilerin gelisiyle kentte yeni bir insaat hamlesi basladı. Ancak bu onu güzellestirmeye degil yaklasan Osmanlitehlikesine karsisavunmaya yönelikti. Deniz tarafındaki tabyalar Martinengo tabyasive Kara Kapısı’nın Ravelin denilen tabyasibu sırada insa edilmistir. Bu ara surların dısına 46 metre genisliginde bir hendek açılarak içi su ile doldurulmustu. Ancak kalın surlarive tabyalariyeterli olmayacak ve kent 1571 yılında zorlu bir kusatmadan sonra Osmanliordusuna teslim olacaktı.
Gazimagusa’da görülebilecek oldukça fazla sayıda turistik ve tarihi yer mevcuttur. Bunlar Lala Mustafa PasaCamii Salamis Harabeleri Osello Kulesi Canbulat Müzesi Sinan Pasa Camii Namık Kemal Hapishanesi çesitli kilise ve manastırlar mevcuttur.Gazimagusa’nın önemli turistik yerlerinden baziseçmeler sunlardır:
LALA MUSTAFA PAŞA CAMİ
St. Nicholas Katedrali Akdeniz dünyasının en güzel Gotik yapılarından biri olarak bilinmektedir. Lüzinyan’lar döneminde 1298-1312 yıllariarasında yapılmıstır. Önündeki tropik incir (Ficus Sycomorus) agacının insaat basladıgizaman dikildigi ve katedral ile yasıt oldugunu söyleyenler vardır. 1571 yılında cami haline getirilene kadar adanın krallariönce Lefkosa’daki St. Sophia Katedrali’nde Kıbrıs Kraliolarak sonra da kutsal topraklara daha yakın oldugu için Famagusta’da Kudüs Kraliolarak taç giyerlerdi.
Katedralin en güzel ve en iyi korunmus olan Baticephesinin mimarisi Fransa’nın Reims Katedrali’nin ön yüzünden etkilenmistir. Bu cephede ortadaki girisin üzerinde Gotik stilde islemeli essiz bir pencere yer almıstır. Avlusundaki 16. yüzyıl Venedik galerisi günümüzde sadırvan olarak kullanılmaktadır. Girisinin iki yanındaki yuvarlak pencerelerin üzerinde bir Venedik armasigörülmektedir. Oynayan hayvanlar ve çelenklerle süslü kabartmanın Salamis’teki bir Roma tapınagından geldigi sanılmaktadır. Katedralin içinde orta nefin yan neflerden tonozla bir tavanida tasıyan iki sıra sütunla ayrıldıgigöze çarpar. Apsıti Kıbrıs kiliselerinin çogunda oldugu gibi Dogu üslubunda yani üç bölmelidir. Yukarıdaki gülpencereler veya sivri kemerli ince uzun pencereler çok iyi korunmus durumdadır. Batiyönünde ve yanda iki ufak sapel yer almıstır.
OSELLO KULESİ
Osello Kulesi olarak bilinen bu kale ilk olarak 14. yüzyılda Lüzinyan’lar tarafından limanisavunmak amacıyla insa edilmistir. Etrafiderin bir hendekle çevrili idi. Koruduu Deniz Kapısı Kara Kapısiile birlikte surlarla çevrili kentin iki ana girisinden biriydi. 1492′de Venediklilerin Girne’de yaptıklarigibi bu ortaçag kalesini de bir topçu tabyasına dönüstürdükleri görülmektedir. Kalenin girisinin üzerinde asıliVenedigin amblemi olan Saint Mark’ın kanatliaslan kabartmasının altında kaleyi bu hale getiren kaptan Nicolo Foscarini’nin adiyazılıdır. Leonardo da Vinci’nin 1481 yılında Kıbrıs’ta iken Venediklilere kentin savunma sistemi hakkında tavsiyelerde bulundugu söylenmistir.
Kale kulelerden ve topçu bataryalarıyla biten koridorlardan olusmustur. Genis avlusunun bir yanında insa edilmis olan yemekhane ve üstündeki yatakhane Lüzinyanlardan kalmadır. Kalenin avlusunda duran topların bir kısmiOsmanlı bir kısmiİspanyol yapımıdır. Demir gülleler toplara tas gülleler de mancınıklara aittir.
Kalenin bugünkü adı ada bir İngiliz sömürgesi iken kullanılmaya baslanmıstır. Sheakespeare’in ünlü tragedyasının bir bölümü “Kıbrıs’ta bir liman kentinde” geçer ve tragedyanın kahramaniOsello bir “Moor (Faslı)” olarak tanıtılır. Yazarın adanın o dönemde Venedikli valisi olan ve sadece soyadının anlami”Moor” olan Christophoro Moro’nun adıniduydugu ve yanılarak onun bir Faslioldugunu düsündügü sanılmaktadır.
Kara Kapısibir ravelinle korunmustu. Burada geçitler ve top yuvalarına ek olarak bir sapel ve zindan olarak kullanılan yer altiodalaribulunmaktadır.
Deniz tarafındaki Venedik dönemine ait arsenal Canbulat Burcu olarak bilinmektedir. Söylentiye göre Osmanlikusatmasisırasında Canbulat Bey bu giristeki döner çarka atıyla birlikte saldırarak islemez hale getirmis ve sehit düsmüstür.
SALAMİS
Antik Salamis kentinin Truva savasından dönen Teucer tarafından insa edildigine inanılmaktadır. Roma İmparatorlugu döneminde imparatorlugun dogusundaki en büyük ticaret merkezi olarak Salamis bilinmektedir. Milattan sonra 4. Yüzyılda bir deprem Salamis’i tamamıyla yıkmıstır. Bundan sonra İmparator Costantin tarafından yeniden insa edilmis ve Costantia adınialmıstır. 648 yılında kent Arap istilacılar tarafından bir kez daha harap edilmis ve o tarihten sonra onarım görmemistir. Kıbrıs adasının en güzel kumlu plajlarından birinin yanında bulunan Salamis antik kenti kısmen ormanlık bir alan içerisinde yer almaktadır. Kıbrıstaki en büyük amfi tiyatro olan kentteki tiyatro spor alanı hamamlar ve pazar alaniziyaret edilebilir.
Lefkosa
Çok eski bir kurulus tarihi ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bassehri olan Lefkosa daha çok Lüzinyan’lar devrinde gelismistir. Türk ve Rum kesimlerini ayıran yesil hatla ikiye ayrılmıs olan sehrin kuzey bölümünde Türkler oturmaktadır. Lefkosa’nın etrafında Türklere karsisavunma maksadiile 1567 yılında Venedikliler tarafından kalın ve yüksek surlar yaptırılmıstı. Onbir burcun yeraldıgibu surlar tüm Lefkosa’yiçevrelemektedir. simdi Rum kesiminde kalan ve Konstanza diye bilinen burcun üzerinde Kıbrıs’ın Türkler tarafından fesi sırasında sehit düsen Bayraktar’ın türbesi ve Bayraktar Cammi yapılmıstır. Cami ile türbe 1963′te baslatılan Rum saldırılarisonucu Rumlar tarafından yakılmıs ve yıkılmıstır. Lefkosa Ortaçag ve daha sonraki devirlerde yapılan eserler bakımından zengin bir sehirdir. Bu eserler arasında Gotik mimari ve Osmanlimimari tarzının en güzel örneklerini görmek mümkündür.
Üçyüz yıldan fazla Türk idaresinde kalmıs olan Kıbrıs’ın diger sehirlerinde oldugu gibi eski Lefkosa’da da bariz bir Türk sehri karakteri vardır.
Lefkosa’nın görülebilecek yerleri arasında Barbarlık Müzesi Bedesten Haydar Pasa Camii Selimiye Camii Etnografya Müzesi Büyük Han Kumarcılar Hanı Büyük Hamam Dervis Pasa Konagiyer almaktadır. Lefkosa’nın önemli turistik yerlerinden bazılarisunlardır :
BEDESTEN
Selimiye Camisi’nin güneyinde yer alan Bedesten XIV. Y.Y.’a tarihlenen Gotik mimari tarzında insa edilmis olan bir kilise yapısıdır. Yapı Venedik hakimiyeti döneminde St. Nicholas Kilisesi adialtında Ortodokslar tarafından metropolit binası Osmanlihakimiyeti döneminde ise bazidegisiklikler yapılarak kapaliçarsive hububat deposu olarak kullanılmıstır. Bu dönemde (1573) yapının ismi Bedesten olarak degistirilmistir. Kuzey kapısı Gotik mimarinin ayakta duran en güzel örneklerinden birisidir. Kapının üstünde Orta Çagın asil ailelerine ait armalar yer almaktadır. Yan yana iki kiliseden meydana gelen yapiiçerisindeki bir odada Ömeriye Camisinden getirilen Orta Çaga ait mezar taslariile Osmanlidevrine ait ahsap bir tavan teshir edilmektedir.
BARBARLIK MÜZESİ
Bu evde Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alay Doktoru BinbasiDr. Nihat İlhan’ın esi ve üç çocugu Binbasının alaydaki görevinde oldugu bir sırada korunmak için sıgındıklaribanyo odasında cani Rumlar tarafından kahpece ve acımasızca 1963 yıliNoelinde sehit edilmistir. Bu bina daha sonra müzeye çevrilmistir. Bu müzedeki duvar panolarında sergilenen fotograflar 21 Aralık 1963′te baslayan Rum Katliamisonucu sehit olan kadın genç ihtiyar masum kardeslerimizin; evleri ve köyleri yakılıp yıkılmak suretiyle göç etmeye zorlanan soydaslarımızın öyküsünü yansıtmaktadır.
HAYDAR PAŞA CAMİSİ
XIV. yüzyılda Lüzinyan’lar tarafından gotik tarzda yapılmıs olan bir kilisedir. Kiliseye dıstan bakıldıgizaman mimarinin en göze çarpan yaniduvarın içine çekilmis olan ve yukaridogru daralan ayaklardır. Bu ayakların arasına dar ve uzun pencereler yerlestirilmistir. Kilisenin üç girisi bulunmaktadır. Güney kapısının ince bir tas isçiligi vardır. Kapisövesinin (kasasının) üstünde üç tane Lüzinyan armasının kabartmasivardır. Batikapısibu kapıdan biraz daha büyük olup mimarisi aynıdır. Kuzey girisi öteki girislerden daha sadedir. Bative Kuzey kapılarında ejderha kabartmalarivardır. Kıbrıs 1571 yılında Osmanlıların eline geçtikten sonra yapıya minare ve minber (mimber) eklenerek camiye çevrildi ve yapının adiHaydar Pasa Camisi olarak degistirildi. Lefkosa’da St. Sophia Katedrali’nden sonra (Selimiye Camisi) sanat açısından tarihi degere haiz ikinci bir yapıt olarak St. Caserina Kilisesi (Haydar Pasa Camii) gösterilmektedir.
SELİMİYE CAMİSİ
1209-1326 yıllariarasından Lüzinyan döneminde insa edilmistir. İlk olarak St. Sophia Katedrali olarak kullanılan yapiOsmanlıların adayiele geçirmesinden sonra camiye çevrilerek cami olarak kullanılmaya baslanmıstır. Selimiye Camii Kıbrıs’taki en güzel tarihi yapılardan biri olarak görülmeye degerdir.
BÜYÜK HAN
1572 yılında Kıbrıs’ın ilk OsmanliValisi olan Muzaffer Pasa tarafından insa ettirilen iki katlibir moteldir. Birbirine benzeyen 68 dikdörtgen seklinde odadan olusmustur. Ortasında küçük bir cami vardır. Bu yapiAnadolu’da bulunan Osmanlidevri çarsiiçi is merkezleri yapısındadır.
BÜYÜK HAMAM
Büyük Hamam olarak bilinen Türk HamamiLatin’lerin St. George Kilisesinin harabeleri üzerine insa edilmistir. Giristeki yay seklindeki kapibu harabelerden kalmadır. Hamamın iç yapısiklasik Osmanlimimarisi özelligindedir.
Girne
Girne Kuzey Kıbrıs’ın incisi ve gözbebegidir. Kent ile çevresi adanın en gözde tatil beldesidir. Bazisöylentilere göre kent M.Ö. X. yüzyılda Akalar tarafından kuruldu. Kurucularikente ülkelerindeki bir dagın adiolan Kyrenia adıniverdiler. Baska bir söylenti ise M.Ö. IX. yüzyılda buraya yerlesenlerin ticaret kolonileri kuran Fenike’liler oldugudur. Kentin adiRoma kaynaklarında Corineum olarak geçmektedir. Kentin tarihi adanın tarihi ile ayniolup Bizans döneminde birkaç kez Arap korsanlaritarafından yagma edildi. Kentin en ilginç tarihi eserlerinden bir tanesi Girne Kalesi’dir. Liman boyunca Türk mutfagına ve ülkemize özgü yemekler yanında diger yemekleri de sunan lokantalar barlar ve açık hava kafeteryalarivardır. Girne’de görülebilecek yerler arasında Girne Kalesi Beylerbeyi St. Hilarion Kalesi Hz. Ömer Türbesi Batık Gemi Müzesi Bufavento Kalesi Barıs ve Özgürlük Müzesi Halk SanatlariMüzesi çesitli kilise ve manastırlar bulunmaktadır. Girne’nin önemli turistik yerlerinden baziseçmeler sunlardır:
Hz. ÖMER TÜRBE VE MESCİDİ
Kıbrıs’taki önemli ziyaret ve adak yerlerinden bir tanesi Hz. Ömer Türbesi’dir. Yapı Girne’nin yaklasık 4 km dogusundaki Çatalköy’ün kıyiseridinde bulunmaktadır. Hz. Ömer Türbesi’nde adlaribilinmeyen 7 İslam mücahidinin türbesi bulunmaktadır. Türbeler Muaviye ordusu komutanlarından Ömer ile altiarkadasına aittir. Bunlar simdiki türbenin yanında sehit oldular (M.S. 647). Cesetleri buradaki bir magaraya gömüldü. Bazisöylentilere göre türbedeki yedi mezarın Kıbrıs’ta İslamiyet’i pekistirmek için “Makam Türbesi” olarak yapıldıgidogrultusundadır. Bazisöylentilere göre ise de Osmanlıların Kıbrıs’ifesi üzerine magaradaki ceset kalıntılariçıkarılarak bugünkü yerlerine defnedilmislerdir. Daha sonra buraya bu türbe ile mescit yapılmıstır. Bu nedenle türbeye Hz. Ömer adiverilmistir. Hz. Ömer Türbesi 1963 Rum saldırılarından sonra isgal edilerek talan edilmisti. Daha sonra askeri bölge ilan edilerek Türk’lerin türbeyi ziyaretleri yasaklanmıstı. Rumlar tarafından birkaç kez tahrip edilen ve 1974 yılında yıldırım isabetiyle zarar gören yapı 1978 yılında bilinçsizce onarım sonucu özelligini kısmen de olsa yitirmistir.
BEYLERBEYi
Girne’nin 4-5 km dogusunda yer alan mütevazi bir köydür. Köyün nüfusu yaklasık 500 civarındadır. Manzarasiçok güzel olan ve sakin bir yer oldugu için Latince adından da anlasılacagigibi “huzur yeri” olarak adlandırılır. Beylerbeyi denince insanın aklına hemen güneyindeki manastır gelmektedir. Bir kayalık üzerine kurulan manastırın bugünkü adiFransızca “Abbaue de la Paix”den (Barıs Manastırı) türemistir. Gotik sanatının bir saheseri olan manastır Yakın Dogu’daki örneklerinin en güzeli olarak bilinmektedir. Beyaz Manastır olarak ta bilinen yapı burada kalanların giydikleri beyaz giysilerden dolayiböyle isimlendirilmistir. Bellapais’in ilk sakinleri 1187 yılında Kudüs’ü ele geçiren Selahaddin Eyyubi’den kaçıp Kıbrıs’a göçeden Augustinian mezhebi rahipleri oldugu bilinmektedir. Manastırın ilk yapımi1198-1205 yıllariarasında olmustur. Günümüzde ayakta kalan yapının büyük bir bölümünü Fransız KraliIII. Hugh (1267-1284) insa ettirmistir. Adanın Osmanlılara geçmesinden sonra manastırın icraatlarına son verilmis ve kilise Rum ortodokslara devredilmistir. Bugün manastırın bir çok bölümü harabe haline gelmistir. Manastıra kale kapısigörünümündeki burç seklinde mazgallibir geçitten girilmektedir. Giris kapısından sonra ön bahçeye varılmaktadır. Bundan sonra yer alan kilise manastırın en eski bölümü olmakla beraber orjinal sekli ile iyi korunmus bir durumdadır.
St HİLARİON KALESİ
Kale bugünkü ismini Kudüs’ün Araplar tarafından zaptından sonra Kıbrıs’a göç eden ve ömrünün son yıllarıniburada ibadetle geçiren bir azizden almıstır. Daha sonradan 10. yüzyılda buraya bir kilise ve manastırın yapıldıgigözlenmektedir. Deniz seviyesinden 700 metre yükseklikte olan St. Hilarion Kalesi ikiz bir burun üzerine insa edilmistir. Kalenin kesin yapım tarihi bilinmemekle birlikte M.S. 10. yüzyılda kuzeyden gelen Arap akınlarına karsiadanın savunmasive kontrol edilmesi için kullanılmak üzere insa edildigi sanılmaktadır. Bununla birlikte aynigaye ile insa edilen Bufavento Kantara ve Girne Kaleleri ile çagdas (aynizamanda) oldugu tahmin edilmektedir. Kalenin Bizans yapısioldugu ve İngiliz KraliArslan Yürekli Richard’ın 1191 yılında adayiisgal ettiginde var olduguna dair bilgiler günümüze kadar gelmistir. Buna ragmen tarihi kaynaklar kaleden ilk olarak 1128 yılında İmparator II. Frederik’in Kıbrıs’a hükmetmek istemesi üzerine bahsetmektedir.
Kalenin etrafıniçeviren daire seklinde 500 metre uzunlugunda duvarlar ve 9 burç insa etmislerdi. Kale her birinin kendi sarnıci(su deposu) ve erzak depolariolan üç ana bölümden olusmaktadır. Bunlardan birincisi en alçakta kurulmus olan AsagiKale atlarla askerler için yapılmıstır. Ana girisi koruyan duvarlarla çevrili bir savunma yeri ile baslamaktaydı. Orta Kale’de manastır alanive Aziz’in yeri bulunmaktadır. YukariKale’de ise saray odaları kral sarayive mutfak bulunmaktadır. 1489′da adayiele geçiren Venedikliler kaleyi savunacak bir güce sahip olmadıklarından kalenin Osmanlı’ların eline geçmesini engellemek için kaleyi tahrip etmislerdi. Bu olaydan sonra kale 1964 yılına kadar askeri amaçlar için kullanılmamıstı. 1964′teki Rum saldırılariüzerine kalenin stratejik konumunu degerlendiren Türk Mücahitleri kaleye yerleserek tekrar savunmaya geçtiler. 1964 nisanında kaleye taarruz eden Rumlar bir avuç Mücahit tarafından geri püskürtülmüstür.
Hz Ömer Türbesi 1963 Rum saldırılarından sonra isgal edilerek talan edilmisti. Daha sonra askeri bölge ilan edilerek Türk’lerin türbeyi ziyaretleri yasaklanmıstı. Rumlar tarafından birkaç kez tahrip edilen ve 1974 yılında yıldırım isabetiyle zarar gören yapı 1978 yılında bilinçsizce onarım sonucu özelligini kısmen de olsa yitirmistir.
GİRNE KALESİ
Girne kalesi Akdeniz kıyılarında Orta Çag’dan bu güne kalan etkileyici kalelerden biridir. Girne’nin kuzey dogusunda yer alan kale limana hakim durumda ve dikdörtgen planda insa edilmistir. Antik kaynaklar kaleden ilk kez İngiltere KraliArslan Yürekli Richard’ın M.S. 1191 yılında Üçüncü Haçliseferine katılırken Kıbrıs KraliIsak Komnen’i yenerek Kıbrıs’iele geçirmesi üzerine bahsetmektedir. Kalenin kesin yapım tarihi bugüne dek saptanamamıssa da kale içiyle çevresinde yapılan arastırmalar bizlere kalenin M.Ö. III. ve II. yüzyıllarda yapıldıgınigöstermektedir.
Ülkemizde var olan nadir kalıntılardan Girne Kalesi’nin Kıbrıs’a yapılan sürekli Arap akınlarına karsiBizanslılarca Girne’yi savunmak için insa edildigi varsayılmaktadır. Girne kalesi Lüzinyan döneminde çesitli degisikliklere ugradı. Vedenikliler zamanında son seklini aldive günümüze kadar o sekliyle gelmistir.
1570 yılında Osmanlılar tarafından kusatılan kalenin sakinleri kalenin gücünü denemeden teslim olmuslar bu sayede kalenin günümüze kadar saglam olarak kalmasında bilmeden önemli bir rol oynamıslardır. Osmanlidöneminde kalenin asma köprüsü yıkılarak yerine bu günkü yeni köprü yapılmıstır.
1946 yılından sonra kale bir ara polis koleji olarak ta kullanılmıstır. Daha sonra İngilizler tarafından ayaklanan Rumlarihapsetmek amacıyla hapishane olarak kullanılan kale 1974 Kıbrıs Barıs Harekatıyla Türk’lere geçmistir.
BUFAVENTO KALESi
Bufavento Kalesi St. Hilarion ve Kantara Kaleleri ile birlikte adayiArap akıncılarına karsisavunmak için olusturulan uyarizincirinin bir parçasıdır. Kale çok rüzgarlibir tepeye kuruldugu için “rüzgardan korkmayan” anlamına gelen “Bufavento” adınialmıstır. Kalenin tam yapım tarihi bilinmemekle birlikte Arslan Yürekli Richard Kıbrıs’iele geçirdigi zaman bahsi geçmektedir. Bazisöylentilere göre kendini Kıbrıs Kraliilan eden İsak Komnenus’un kızibu kaleden çıkara Richard’a teslim olmustu. Bufavento’nun da adadaki diger kaleler gibi bir zamanlar Kıbrıs’ta hüküm sürmüs bir kraliçeyle ilgili bir öyküsü vardır. Kıbrıs Templar sövalyelerinin egemenligine girdigi zaman cüzzamlibir Bizans prensesi ve aynihastalıga yakalanan köpegi vardı. Prenses ile köpegi Bufavento kalesine kapatılmıslar idi. Bir süre prenses köpeginin derisinin yavas yavas iyilestigini fark etmis. Bunun üzerine prenses köpeginin her sabah kalenin asagılarında bir kaynakta yıkandıgınigörüyor. Böylece prenseste her sabah bu kaynaga gidiyor ve yıkanıyor. Tamamen iyilestikten sonra kaynagın bulundugu yere bugün Ayios Ionnis Chrysostomos Manastıriolarak bilinen tapınagın ilkini yaptırmıstır.
Kale 1382-1398 yıllariarasında hapishane olarak kullanılmıstı. Bu dönemde kalenin adiAslan satosu idi. 1489 yılında ada Venediklilerin eline geçince kale eski önemini yitirmisti. Venedikliler adanın savunmasiiçin daha çok deniz kenarındaki kalelere önem vermislerdi.
BATIK GEMi MÜZESİ
Girne Kalesinde sergilenen batık günümüze kadar ele geçen gemi batıklariarasında en eskisi olarak bilinmektedir. Akdeniz’de İskender’in ölümünden sonra kurulan Helenistik Krallıklara ait donanma gemilerinin dolastıgidönemlere aittir. İlk olarak 1965 yılında bir sünger avcısitarafından Girne kıyılarından 1.5 km açıkta suyun 3 metre derinliginde farkedilmis Pennsylvania Üniversitesi tarafından çıkarılan bu batık bugün müzede ziyarete açıktır. Bu müze Girne Kalesi’nin dogusunda bulunan Lüzinyan devri muhafız odalarının düzenlenmesi sonucu 3 Mart 1976 tarihinde ziyarete açıldı.
Akdeniz’de seyretmis olan bu yaslitekne M.Ö. 300 yıllarında açık denizde tutuldugu fırtına nedeniyle batmıstır. Batıkta ele geçen badem kalıntılarına uygulanan karbon 14 testleri M.Ö. 288 tarihini vermistir. Geminin yapıldıgikeresteye uygulanan karbon 14 testleri ise geminin M.Ö. 389 yılında yapıldıgını baska bir deyisle battıgizaman 80′li yaslarda oldugunu göstermektedir. Gemide bulunan esyalar geminin bir ticaret gemisi oldugu ve son seferinde dört kisilik bir mürettebatioldugunu göstermektedir.
Güzelyurt
Kıbrıs adasının kuzeybatısında bulunan Güzelyurt turunçgil bahçeleriyle çevrili adigibi güzel bir yerlesim birimidir. Çok verimli topraklaribulunan Güzelyurt’ta portakal greyfurt karpuz kavun ve çesitli sebzeler yetistirilmektedir. Turunçgillerin çogu ihraç edilmekte bir kısmiise meyve suyu yapılarak içerde tüketilmekte ve gene meyve suyu olarak ihraç edilmektedir. Lefkosa’nın 74 km uzagında gene adanın kuzeybatısında bulunan Lefke’de Güzelyurt gibi turunçgilleriyle tüm dünyada ünlü bir kentimizdir. Su kaynaklarive toprak sayesinde verimli bahçelerinde dünyanın en lezzetli turunçgilleri yetistirilmektedir. Güzelyurt ve Lefke’de görülebilecek önemli turistik yerlerden baziseçmeler sunlardır:
SOLİ
Soli M.Ö. kurulan 9 Kıbrıs krallıgından birisidir. Soli’nin tarihi M.Ö. 700 yıllarına ait ve Asurluların haraç aldıklarikentleri içeren bir listeye kadar izlenebilmistir. Bu listede kentin adiSi-il-lu olarak geçmektedir. Soli’de günümüze kadar kalabilen eserlerin basında bir harabe seklinde bulunan Soli Bazilikasive sonrada restore edilmis bulunan Soli Tiyatrosu’dur.
SOLİ BAZİLİKASI
Yüzyılın ikinci yarısında yapıldıgisanılmaktadır. Kıbrıs’ta insa edilen ilk kiliselerden olup kendine özgü yanlarivardır. 200 metre uzunlugundaki bazilika üç kapılibir giris ve giris mekanıyla baslıyordu. Bunu dört tarafisütunlarla çevrili ve çesmesi olan bir avlu izliyordu. Bundan sonra gelen gene üç kapılibir giris ve narteksten sonra asıl kiliseye giriliyordu. Hristiyanlık geleneginde Soli Saint Mark’ın Saint Auxibus tarafından vaftiz edildigi yer olarak kabul edilmistir.
SOLİTİYA TİYATROSU
Soli Tiyatrosu ise Roma’lılar döneminde bir zamanlar ayniyerde bulunanYunan tiyatrosunun yerine yapılmıstır. M.S. 2. yüzyılın sonu ile 3. yüzyılın basından kalmadır. Seyircilere ayrılan yarım daire seklindeki oturma sıralarının oldugu bölüm kısmen tepenin kayasına oyulmustur. Burasiortadaki orkestra denilen kısımdan kireç tasibloklardan yapılmıs alçak bir duvarla ayrılıyordu. Aslında kapasitesi 4000 olan oturma yerleri günümüzde yariyüksekligine kadar restore edilmistir. Sahne binasiiki katliolup mermerle kaplive heykellerle süslü idi. Günümüzde görülebilen kısım sahne binasının üzerine insa edildigi platformdu. Tiyatronun batısındaki bir tepenin üzerinde İsis ve Afrodit’e adanmıs bir tapınagın izlerine rastlanmıstır.
MAMAS MANASTIRI
Mamas Manastıri18. Yüzyılda insa edilmis bir manastırdır. Söylentilere göre St. Mamas vergilerini ödemeyi red etmis bunun üzerine yöneticiler kendisini yakalamak ve cezalandırmak üzere askerlerini gönderdiler. Fakat baskente giderken Mamas bir kuzunun pesinde bir aslan görmüs kuzuyu kollarına alarak aslanın sırtında baskente girmis. Bunu gören Bizans yöneticisi çok etkilenmis ve Mamas’ın vergilerini ve cezasınibagıslamıs. Bundan dolayiSt. Mamas vergi ödeyenlerin azizi olarak bilinmektedir.
21 Aralık Kumsal Katliamı
Kumsal Baskini
Kumsal Lefkosa Türklerin yasadigi güzel bir semtimizdir. Kumsal 1963 Kanli Noeli‘nde harekete geçen Rum-Yunan ikilisinin canavarlasarak Türk Alayi’ndan Binbasi Dr. Nihat Ilhan’in banyo odasina saklanan üç yavrusunu ve hanimini hunharca vahsice ve barbarca katlettikleri bir semtimizdir.
Kibris Türkü için bir Türk Binbasisinin ailesi ve çocuklarinin barbarca katledilmesinin acisi ve izdirabi hep ayri olmustur. Çünkü Kibris Türkü için 1960 anlasmalarina dayanarak gelen Kibris Türk Kuvvetleri Alayi bir gün bizi kurtarmaya gelecek kahraman Türk Ordusu’nun öncü birligiydi.
Rum-Yunan vandalları Kibris Türkü’nün bu duygu ve düsünceler içinde oldugunu biliyorlardi.
“Biz Türk Alayi’na mensup bir binbasinin hanimini ve çocuklarini bile Öldürebiliriz.. Bize ne Türkiye ne de Türk Ordusu hiçbir sey yapamaz…”
Iste Kibris Türkü’ne bu mesaj verilerek çökertilmek ve teslim alinmak isteniyordu.
Arastirmaci-Yazar Ahmet Tolgay Kumsal baskinini söyle anlatiyor:
“(…) 24 Aralik gecesi Lefkosa’nin bati mahallesi Kumsal’ a yapilan baskin Yunan Alayi’na mensup subaylarin ve askerlerin de katliama bilfiil katildiklarini belgeleyen kanitlar birakti. Saldirganlarin geri çekilirken terk ettikleri malzeme arasinda Yunan subay sapkalari Yunan ordusuna ait çelik basliklar ve NATO’ya ait bazuka mermileri vardi.
1963 Kanli Noeli’nde Lefkosa’nin Kumsal semtinde Türk Alayı Doktoru Binbasi Nihat ilhan‘in evine baskin yapan Rum-Yunan askerleri banyo odasina siginan esi Mürüvvet (37) ve çocuklari Murat (6) Kudsi (4) henüz 6 aylik olan Hakan makineli tüfeklerle delik desik ederek öldürülmüslerdir. Iste Anadolu; Iste Kibris… Aralarinda hiçbir fark yoktur. Yarimcali Nuri de Kibris’taki Murat Kudsi ve Hakan yalniz ve yalniz Türk olduklari için öldürülüyorlardi!..
Kumsal baskinini “Terczepilos” kod adli bir Yunan subayi yönetti. Bölgede ikamet eden Ermenilerin çagrisi ve yardimiyla gerçeklesen bu baskinda Kanlidere yatagindan Türk bölgesine sizan 150–160 çeteci; çevreyi kursun yagmuruna tutup Türk Mücahitlerin yaklasmasini engelleyen Severis Un Fabrikasi’ndaki makineli yuvalarinin korumasi altinda katliam planini gerçeklestirdi. Kumsal bölgesinde yillarca Türklere kapi komsulugu yapan Ermenilerin bölgenin savunmadan yoksun oldugunu telsizle Rumlara Dindirdikleri daha sonra TMT tarafindan belirlenecekti. Genellikle Kumsal Kösklüçiftlik ve Arabahmet bölgelerinde oturan Ermeniler bu hainliklerinin ortaya çikmasindan sonra Rum bölgesine kaçmak zorunda kalacaklardi. Rum çeteciler Kumsal bölgesinden çekilirken kadin erkek yasli ve çocuk ayirimi yapmaksizin yüzlerce Türkü de dipçik darbeleriyle önlerine katip götürmüslerdi. Kaçirilan Türklerin bir bölümü kursuna dizildi.” (1)
Katliamin Yapildigi Ev Barbarlık Müzesi Oldu
Kumsal’da Binbasi Dr. Nihat Ilhan’in ailesinin katledildigi konut müzeye çevrilmistir. Barbarlik Müzesi’ni ziyaret edenlere verilen brosürde katliam söyle anlatiliyor:
“Gün 24 Aralik 1963. Türklere karsi Rumlar tarafindan baslatilan saldirilar üç gündür artan bir hizla Kibris’in her tarafinda devam ediyor. Savunmasiz kadinlar yasli erkekler ve çocuklar vahsice öldürülüyorlardi. Kanli saldirilarin kötüsüne Lefkosa’nin Kumsal semti sahit olmustu.
Bu evde Kibris Türk Alayi Doktoru Binbasi Dr. Nihat Ilhan’in esi ve üç çocugu binbasinin Alay’daki görevinde oldugu bir sirada korunmak için sigindiklari banyo odasinda cani Rumlar tarafindan kahpece ve acimaksizin sehit edilmislerdir. Iste Rum barbarligina güzel bir örnek sayilan bu olaya sahne olmus binada bulunuyorsunuz.
Simdi olay esnasinda bu evde yaralananlardan Hasan Yusuf Gudum’un anlattiklarim dinleyelim.
“24 Aralik 1963 gecesi esim Feride ile komsumuz Binbasi Nihat Ilhan’in evindeydik. Yine komsularimizdan Mora (Meriç)li Ayse Hanim kizi Isin ve Ayse Hanimin kiz kardesi Növber de bizimle beraberdi Aksam yemegi yiyorduk. Ansizin Kanli Dere tarafindan eve kursun yagmaya basladi. Kursunlar yagmur gibi yagiyordu. Bulundugumuz yemek odasi tehlikeliydi Çabucak banyo dairesine kostuk. Burasinin daha salim oldugunu düsünmüstük. Dokuz kisiydik Esimden baska herkes banyoya siginmis esim tuvalete saklanmisti. Korku ve dehset içinde bekledik. Dr. Binbasi ‘mn esi bayan Ilhan üç çocugu ile küvetin içine girmis Kutsi Murat ve Hakan’i kucagina almisti. Ansizin sokak kapisinin büyük bir gürültü ile kirildigini isittik Makineli tüfeklerle eve giren Rumlar her tarafi taramaya baslamislardi. Bir ara Rumca bir sesin “Taksim istersiniz ha! diye bagirdigini isittim. Tekrar kursun yagmuru baslamisti. Bayan Ilhan üç Çocugu ile birdenbire küvetin içine yigilmisti. Vurulmuslardi Bu esnada banyo dairesine giren Rumlar silahlarindaki kursunlari tekrar üzerimize bosaltti. Binbasinin çocuklarindan birinin inlemesini isittim ve kendimden geçtim bayilmisim.
Iki üç saat sonra ayildigim zaman Bayan ilhan’in ve çocuklarinin küvette ölü yattiklarini gördüm. Ben ve diger komsular agir yaraliydik. Esime ne olmustu acaba? Derhal tuvalete kostum. Yerde yatiyordu. En vahsi bir sekilde öldürülmüstü.
Sokaktan silah sesleriyle karisik imdat! Yetisin! Bizi kurtaracak yok mu? Feryatlari geliyordu. Çok korkmustum. Rumlarin geri dönüp beni sag birakmayacaklarindan korkuyordum. Yatak odasina geçtim ve karyolanin altina saklandim. Bir saat daha geçmisti. Uzaktan silah sesleri gelmeye devam ediyordu. Agzim kupkuruydu. Karyolanin altindan çikip biraz su içerek tekrar banyo dairesine geçtim. Bir saat önceki gibi herkes oldugu yerde duruyordu. Yarali olan Ayse Hanim’a ve Növber Hanima da su verdim.
Sabah saat bese kadar banyoda bekledik hiç sabah olmayacak sanmistim. Hepimiz yaraliydik hastaneye gitmemiz gerekiyordu. Növber’le ben yürüyebiliyorduk. Yardim buluruz ümidiyle sokaga çikmaya karar verdik Kösklüçiftlik’e kadar yürüdük. Bizi alip hastaneye götürdüler. Yolda giderken evde daha yaralilar bulundugunu söyledim.
Hastanede üç gün kaldiktan sonra uçakla Ankara’ya tedaviye gönderildim. Ankara’da dört ay tedavi gördüm. Fakat bir kolumu hala kullanamam. Kibris ‘a dönüsümde uçak alaninda Rumlar tarafindan tevkif edildim. Bu anlattiklarimi tutuklulugum esnasinda Rumlara da anlattim. Sonra serbest birakildim.”
Daily Herald Muhabiri görgü tanigi:
“Bir evde bogularak öldürülen ve bir banyoya atilan 3 çocugun cesetlerini gördüm. Çocuklarin anneleri baska bir odada vurularak öldürülmüstü. Bir Türk bana aci bir ifadeyle ‘Bunu Rumlar yapti’ dedi.” (2)
Daily Mail Muhabiri John Star görgü tanigi:
“… Kusatilmis Türk tarafini dolasmama izin verilmisti. Kumsal bölgesine götürüldüm ve kirik cam parçalan üzerinden yürüyerek bahçesinde portakal agaçlan olan ve etrafta sahipsiz siyah beyaz bir kedi dolasan yesil beyaz bir eve girdim. Bu evin banyo odasi sanki mezbahaymis gibi her taraf kan içindeydi ve banyoda birbirine sarilmis kan içinde üç çocugu ölü bir kadin vardi. Rehberim bu ikinci kadinin ve çocuklarin seçkin bir Türk’ün ailesi oldugunu ve Kibrisli Rumlar tarafindan öldürüldügünü söyledi. Türk tarafinda nereye baktiysam her yerde savastan çikmis kasaba oldugunu yansitan trajik isaretler vardi. Kum torbalari nöbetçi pozisyonlari ellerinde silahlar yüzlerinde yorgunluk ifadesi olan kederli insanlar. Yoksullara yardim merkezinde yaralariyla arkalan üzerine yaslanan kadinlar erkekler taniyamadiklari bir dünyaya bos bos dikkatle bakarken anlatiyorlar ‘Onlar dumdum kursunlan kullandilar… Bizim askerlerimiz Ankara’dan gelen hareket etmeme emrine itaat ettiler. Yunanlilar sivil giyindiler ve saldirdilar…” (3)
Daily Herald Muhabiri görgü tanigi:
“Bugün son bes gündür 2000–3000 kisinin muhasara altinda tutuldugu Lefkosa’nin Türk kesimine gittik. Oraya giden ilk batili gazetecilerdik ve gördügümüz manzara tanimlanamayacak kadar korkunçtu. Halkin içinde bulundugu dehset histen derecesinde idi ki bu da aglamanin çok üstünde korkunç bir seydi Söyleyebilecegimiz sunlardir:
Kumsal’da Irfan Bey Sokak 2 no’lu eve girdik. Evin içi kirk cam parçalari ile doluydu… Ve bir çocuk bisikleti köseye atilmisti.
Banyo odasinda bir grup balmumu heykele benzeyen üstlerinde katledilmis anneleri bulunan üç ölü çocuk vardi. Onun yanindaki odada ise basindan vurulmus bir kadinin cesedini gördük.
Bize bu evin bir Türk Binbasi’sina ait oldugu ve ailesinin ilk olaylar sirasinda saldirganlar tarafindan öldürüldügü söylendi. Olay üzerinden bes gün geçmesine ragmen hala orada yatiyorlardi.
Yaralilarin toplandigi bir merkeze götürüldük. Orada bazi savas kurbanlari ile konustuk. Bir yatakta cigerlerinden vurulmus 26 yasindaki Salahi Salih yatiyordu.14 yasindaki Çetin isimli bir çocuk Rum saldirilari sirasinda midesinden vurulmustu.
1963 Kanli Noeli’nde Lefkosa’nin Kumsal semtinde korunmak için sigindiklari banyo odasinin kapisinin elini simsiki tutarken Yunan Alayi’na mensup askerlerin açtigi ates sonucu bir eli kesilen Türk annesi Növber Hanim’in Fatima Hanim’dan ne farki vardir. Rumeli’de Girit’te Anadolu’da ve Kibris’ta düsman hep ayni düsmandir. Rum-Yunan ikilisinin Kibris’ta gösterdikleri barbarlik Rumeli Girit ve Anadolu’nun devamidir.
Evinde vurulan ve bir eli kesilmis bir kadin vardi. Bir erkek yerde bir plastik oyuncagi sikistiriyordu. Yaninda ise baygin annesi yatiyordu. Biz yüzlerinde bes günlük sakal olan doktorlarla konusurken kan içindeki bir sedye ile yeni bir yarali getirildi. Adam bagiriyordu.
Normalde Rum kesimindeki Lefkosa Genel Hastanesi’nde çalisan ve etkileyici bir görünümü olan bashemsire bayan Türkan Aziz bize kendisinin orada bir evi ve diger Türk hemsirelerin de kalacak kati oldugunu söyledi. Ameliyat için bekleyen bir erkek hasta da orada idi. Sali gecesi hastanedeki isinden döndügünde erkek hasta ile bir hemsireyi oturma odasinda öldürülmüs olarak buldugunu anlatti.” (4)
Daily Telegraph ve Morning Post Muhabirleri görgü taniklari: “… Bir banyo küvetinde bir anne ve üç küçük çocugunun cesetlerini gördüm. Tek suçlan babalarinin bir Türk subayi olmasiydi.” (5)
“Vahsi cinayetlerin belki de en vahsisi Kibris Türk alayi’na mensup Türk askeri doktoru Binbasi Nihat Ilhan’in yasli bir aile ile birlikte oturan karisi ile üç çocugunun katledilmesidir. Silah atislarindan korunmak için banyoya siginmislar fakat saldirgan Rum vahsileri kapiyi kirip açarak kendilerini yamyamca ve barbarca öldürerek cesetlerini banyo küvetinde yigin halde birakmislardir. Ayni evde oturan yasli bir kadin da ayni sekilde katledilmistir. Bu masum ailenin katledilen cesetlerinin bir resmi kitabin sonunda görülebilir. Bu resim olay yerini ziyaret eden yabanci muhabirler tarafindan çekilmis ve gazetesinde genis çapta nesredilmistir.” (6)
“1963 senesinin 23 Aralik’i 24 Aralik’a baglayan gecesinde Lefkosa’nin Kumsal bölgesinde saldiriya geçen Rum çeteciler evlere baskin yaptilar. Birçok Kibrisli Türk’ün can verdigi yaralandigi ve esir alindigi o geceye ait anilan Növber Ibrahimoglu’ndan dinliyoruz. Askeri Doktor Nihat Ilhan’in esi ye çocuklari ile katledildikleri evde ayni gece ayni banyo odasinda olaylarin hepsinin görgü tanigi Növber Ibrahimoglu!
Onu görmeye Meriç köyüne gidiyorum. Tertemiz bir Türk köyü. Caminin yaninda tarif edilen evi hemen buluyorum. Növber Hanim beni karsiliyor. Konusuyoruz:
“1963 Aralik 23′te kiz kardesim kizi ve ben köylümüz olan Yusuf Beylerin evine gittik Kiracisi Mürvet Hanim ‘la da tanisiyorduk Onlarin evinde oturuyorduk Ilk aksamdi. Aniden derenin o tarafindan silah sesleri duyulmaya baslandi. Karanlik basmisa. Hemen elektrikleri kapattik Dr. Ilhan’in esi Mürvet Hanim banyoya saklanalim dedi Ben kiz kardesimin 2 yasindaki kizi ev sahibi Dr. Ilhan ‘in karisi ve 3 çocugu banyo odasina girdik Mürvet Hanim banyonun içine yatti. 3 çocugunu da yanina yatirdi Bu sekilde yatmasini kocasi söylemis. “Eger ates olursa duvardan duvara geçecek kursunlara hedef olmazsiniz banyo sizi korur” demis. Ev sahibinin hanimi tuvalete saklanmisti. Disaridan bagrismalar Rumca “Yasasin Enosis” sesleri geliyordu. Sokak kapisini silahla taradilar. Biz hiç sesimizi çikaramiyorduk evde kimse yok sanilsin diye. Hepimiz ufacik banyo odasinin içine siginmistik Kiz kardesim ufak kizina sarilmis duvarin dibine çökmüstü. Ansizin Mürvet Hanim’in çocuklarindan biri aglamaya basladi. Bu sesi duyunca banyo kapisina ates ettiler. O esnada benim elim de oradaydi elim parçalandi. Kapiyi tekmelediler gelis güzel atese basladilar. Bu arada isigi da yakmislardi. Sonra herhalde hepimizi öldü sandilar baska eve gittiler. Dr. Ilhan’in esi ve çocuklari sessizce can verdiler.
Kiz kardesimin bacagindan giren kursun öbür bacagindan çikmis ve kucagindaki 2 yasindaki kizinin da dizini parçalamisa. Benim elim kanlar içindeydi Ev sahibimiz yaralanmisa. Diger taraftaki tuvaletteki ev sahibinin esi de acimasizca öldürülmüstü. Korkudan yerimizden kipirdanmiyorduk Duvardaki havluyu alip elime sardim. Bilegimi siktim kan akmasin diye. Bürünecek bir battaniye buldum. Kardesim ve kizini içine sardim. Ufak isil acidan agliyordu. Ona sus teyzem sesimizi duyarlarsa hepimizi öldürürler diyordum. Yavrucak biraz susuyor sonra dayanamayip agliyordu. Gün isiyincaya kadar öyle kaldik Sonra ev sahibi ile yürüyerek Kösklüçiftlik’e kadar gittik Bir araba bizi hastaneye götürdü.
Hastanede hemen beni ameliyata aldilar. Son olarak “Elimi kesmeyin” dedigimi hatirliyorum. Sonra uyumusum. Uyandigimda elim bilegimden kesilmisti. Arkadan Türkiye’ye ve Londra’ya tedaviye gönderdiler. O zamandir tek elle yasiyorum.”
Isil Cankan ile konusuyorum. Kumsal’da ki korkunç olayi anlatiyor. O zaman 2 yasindaymis. Annesinden ve teyzesinden duyduklarini anlatiyor:
“23 Aralik 1963′te annem ve teyzem beni alarak daha emniyetli diye komsumuz Doktor Nihat ilhan‘in evine gitmisler. Hanimi ile görüsüyorlarmis. Babam mevzideymis. Mahallede silah sesleri duyulunca isiklari söndürüp evin içindeki kapilari da kilitleyip arkada banyo odasina siginmisiz doktorun karisi ve üç çocugu annem kucaginda ben teyzem ev sahibi ve hanimi Kapilari kirarak bizi bulmuslar. Teyzemin eline isabet eden bir kursunla eli kesildi Ev sahibinin hanimini öldürdüler. Ev sahibi yarali benim dizimi parçalayan kursun annemin dizine saplanmis. Mürvet Hanim Doktorun karisi banyonun içine yatirdigi 3 çocugunun üstüne kapaklanmis. Onlari da öldürmüsler. O feci yerde sabaha kadar beklemisiz. Civardaki evlerde de ölüm olmus. Digerlerini esir almislar. Bacagim 3.5 yil alçida kaldi soguk havalarda agrir.”
Isil simdi çok güzel ve sempatik bir kiz olmus. Bir süpermarket çalistiriyor. Ona bakarken banyonun içindeki o yavrular da yasasaydi simdi böyle yetiskinler olacaklardi diyorum!!!
Nevin Erdogan ile konusuyoruz. Sehit esi. Simdi Sehit ve Malul Gaziler Derneği’nde görevli Sehit ailelerinin tüm izdiraplarini iyi bildiginden onlara yardimci olmak için bu hizmete gönüllü aday olmus. Ona böyle bir çalisma yapmak istedigimi söyledigimde bana çok yardimci oldu. Kendisine tesekkür borçluyum.
“Esim Erdogan Rifat 24 Aralik 1963 günü bizi kontrol etmek için eve geldi. Kumsal baskini oldugu geceydi. 2–3 aile ayni evdeydik. Çok yogun ates vardi. Bu yüzden esim evden görevli oldugu yere gidemiyordu. Isiklari söndürdük biz bir odaya toplandik. Erdogan da av tüfegi ile diger odada kaldi. Rumlar kapiyi taradilar. Karsilikli çigliklar geliyordu. Ben o telasla parmagimi kirmisim hiç fark etmedim. O gece hiç sesimizi çikarmadan sabaha kadar bekledik. Ertesi sabah bizi aramaya geldiler. Esim Erdogan bir Yunanli askeri vurmus ama kendisi de sehit olmustu.
26 yasindaydi ben de 21. Oglum Eser 4 kizim Beste 3 yasindaydi. Esim müzigi çok severdi. Keman ud cümbüs ve darbuka çalardi. Besteler yapmisti. Çocuklarimizin adini da ondan Eser Beste koymustu. Bir daha olursa ona da Nagme adini koyariz diyordu. ‘Ham meyveyi kopardilar dalin sarkisim çok güzel söylerdi Abdulazim Aziz toplulugunda söylerdi
Bu arada Nevin Hanim bize ogluna verilen bir madalyonu gösteriyor. O dönemde Türk Cemaat Meclisi’nde alman bir madalyon verilmisti. Bir de siir var. Behçet Kemal Çaglar yazmis.
Severim ben ancak seni seveni.
Seni derde bogan yas benim yasim.
Yilda iki gün aglatir beni
24 Aralik bir de 10 Kasim
Bu ara Nevin Hanim siirin aslinda son satirda 21 Aralik geçtigini ama oglunun bu tarihi babasinin ölüm günü olan 24 Aralik’a degistirdigim söyledi.” (7)
Dipnotlar:
1) Tolgay Ahmet Kanli Noel s.82–83
2) Daily Herald 31.12.1964
3) Se Times 4.1.1964
4) Daily Herald 1.1.1964
5) Daily Telcgraph Moming Post Gazeteleri
6) Dr. Küçük Fazil Kibris’ta Türk Davasi ve Kibris’ta Rum Vahseti s.34–35
7) Dr. Vehbi Vesile Kapinda Siyah Araba Durunca s.5–10