Kuyruklu Yıldız Avı

Yüzyıllar boyunca astronomlar güneş sisteminin kökeni saydıkları kuyruklu yıldızları gökyüzünde izliyor ve onlar hakkında ipuçları bulup gizemlerini çözmeye çalışıyor. Kuyruklu yıldızlar hızlı ve parlak olduklarından büyüleyici bir görünüşleri var. Kuyruklu yıldızlar Güneş‘in yerçekimine kapılıp uzayın derinliklerinden kopup gelirler, gaz ve toz saçarak bazı sırlarını açığa vururlar.

Hermann Böhnhardt, Kıdemli Araştırmacı Bilimadamı, Max Planck Güneş Sistemi Araştırma Enstitüsü:
“Kuyruklu yıldızlar kaya ve buz parçalarından oluşur, kabaca Mont Blanc dağı gibi yani Alp’lerin en büyük dağları kadar büyük dev kütlelerdir.”

Gerhard Schwehm, Kuyruklu yıldız uzmanı, Avrupa Uzay Ajansı:
“Kuyruklu yıldızları araştırmamızın en önemli ve büyüleyici sebebi ‘yeryüzünde yaşamın oluşmasında rolleri olmuş mudur?’ sorusudur.”

Plüton’un ötesinde bir trilyon civarında kuyruklu yıldız olduğu sanılıyor. Aynı değiller ancak hepsi de buz tutmuş su, donmuş gazlar ve toz benzeri maddelerden oluşmuş. Basit bir reçeteleri var.

Avrupa Uzay Ajansı Operasyonları Merkezi’nde Rosetta adı verilen uzay aracı vasıtası ile dünyanın en iddialı kuyruklu yıldız avı görevi yönetilecek. Bu görev, 2014 yılında bir kuyruklu yıldız yakalayıp, yörüngesinde uçup, yüzeyine Rosetta uzay aracını indirmek şeklinde özetlenebilir.

Kyıldız

Gerhard Schwehm, Kuyruklu yıldız uzmanı, Avrupa Uzay Ajansı:
“Rosetta’nın bize göndereceği sonuçlar için bilim camiasında büyük umutlar var. Kuyruklu yıldızların, kayakta gördüğümüz şu kar tozları gibi birşey mi yoksa eksi yirmi derecede haftalardır yol kenarında kalan sert bir kar kütlesi gibi bir şey mi olduğu konusunda hiçbir fikrimiz yok.”
“Kuyruklu yıldızların nasıl işlediği hakkında bazı fikirlerimiz var ancak detayları bilmiyoruz, işte Rosetta bize burada yardımcı olacak. Kuyruklu yıldızın yüzeyinde sofistike araçlarla yapacağımız araştırmalar sayesinde, yıldızın moleküler yapısı, hangi elementlerden oluştuğu, izotropik oranlarını detaylı bir şekilde öğreneceğiz. Tüm bunlar kuyruklu yıldızın evrim tarihi hakkında bize birçok bilgi sağlayacak.”

Bern Üniversitesi laboratuarında üretilen yapma kuyruklu yıldız dikkatle inceleniyor. Deneyler Rosetta ile bağlantılı gerçekleştiriliyor. Bilim adamları bu görevden elde edecekleri verilerle sonuçları daha iyi değerlendireceklerini düşünüyor.

Nicolas Thomas, Uygulamalı Fizik Profeörü, Bern Üniversitesi:
“Kuyruklu yıldızların güneş sisteminin oluşumu sonrası kalıntılar olduğu düşünülmektedir. Bu yüzden bunların 4.5 milyar yıl boyunca derin dondurucuda saklanmış, incelememizi bekleyen şeyler olduğunu düşünüyoruz.”

Yeraltında yapılan gözlemler genellikle daha ayrıntılı bilgiler sağlamasına karşın kuyruklu yıldız araştırmalarında, büyük buluşlar uzaya yollanan araçlar vasıtasıyla bulundu. Bunlardan en önemlisi ise 1986 yılında Avrupa Uzay Ajansı’nın Giotto uzay aracının görevi esnasında Halley kuyruklu yıldızının yakın çekim fotoğraflarını dünyaya göndermesiyle oldu. Fotoğraflar milyarlarca yıllık eski karanlık bir uzay çekirdeğini gün yüzüne çıkardı. Sonra 2006 yılında NASA’nın Stardust isimli uzay aracı bir kuyruklu yıldızdan toz örnekleri alarak dünyaya getirdi. Bu toz örnekleri içinde bilim adamları merak uyandıran çok ilginç birşey buldular.

Hermann Böhnhardt, Kıdemli Araştırmacı Bilimadamı, Max Planck Güneş Sistemi Araştırma Enstitüsü:
“Toz labaratuarlarda incelendi ve içinde çok ilginç moleküller bulundu. Ancak en ilginci ise glisin bulunmasıydı. Glisin dünyada yaşam DNA’sında bulunan bir amino asittir. Yani DNA’larımızda bulunan dört ana amino asitten bir tanesi”

Kuyruklu yıldızın tozunda amino asit bulunması bilim adamlarını hayretler içinde bırakmış, ve bu akıllara yeni sorular da getirmişti.

Hermann Böhnhardt, Kıdemli Araştırmacı Bilimadamı, Max Planck Güneş Sistemi Araştırma Enstitüsü:
“Yeryüzünde yaşam, amino asitlerin sol elini kullanan dediğimiz belirli bir türünü kullanır. Doğada veya kimyada ilke olarak sol veya sağ elini kullananlar ortaya çıkabilir. Fakat yaşam sadece sol elini kullananlardan faydalanır. Bunun neden böyle oldıuğunu anlamak istiyoruz. Bu bilinmeyen bir şey ve kuyruklu yıldız içinde bulunan amino asitlerin sol mu yoksa sağ elli mi olduklarını bulursak ve bunlar sol elli ise Dünya’ya uzaydan getirilmiş en önemli hayat belirtisinin ipuçlarını ortaya çıkarmış oluruz.”

Gerhard Schwehm, Kuyruklu yıldız uzmanı, Avrupa Uzay Ajansı:
“Kuyruklu yıldızlarda hayat bulamaycağımız kesin, sadece hayatın evrimine yol gösterecek nesneleri bulabiliriz.”

Rosetta sadece hayatın kökeni hakkında değil, aynı zamanda yeryüzüne su, kuyruklu yıldızlar tarafından mı getirildi gibi sorulara cevap vermeye de yardımcı olabilir.

Roger-Maurice Bonnet, Fahri Bilimadamı, Uluslararası Uzay Bilimleri Enstitüsü:
“Bir kuyruklu yıldıza yaklaşıp yüzeyine bir uzay aracı indirebilmek büyük bir devrim niteliğinde. Eğer herşey yolunda gider de kuyruklu yıldızların nasıl birşey olduklarını gün ışığına çıkarırsak bu aylarca sürecek büyeleyici bir gösteri olur.”

Görülen o ki önümüzdeki yıl uzayda gerçekleştirilecek kuyruklu yıldız avı büyük bir heyecan yaratacak.

Bilim Adamları,Gençleştirme Yolunda Hızla İlerliyor

Yaşlanmanın, geri çevrilmesi mümkün yeni bir biyolojik nedenini ortaya çıkaran bilim adamları, yaşlı farelere genç farelerin biyolojik özelliklerini kazandırmayı başardı.

ABD ve Avustralyadaki üniversite ve kurumların yürüttüğü ortak bilimsel çalışma, insan hayatındaki 60 yıla denk gelen 2 yaşındaki farelere, insan yaşamındaki 20 yıla denk gelen 6 aylık bir farenin biyolojik özelliklerini kazandırdı.

Yeni yöntemle yaşlanma süreci geri çevrilen farelerden alınan dokuları, insülin direnci, enflamasyon ve kas kaybı gibi yaşlanmanın başlıca belirtilerini baz alarak değerlendiren araştırmacılar bu dokuların genç farelerinkine benzediğini ortaya koydu.

ABD’deki Harvard Tıp Okulu, devlete bağlı bir kuruluş olan Ulusal Yaşlanma Sorunu Enstitüsü ve Avustralya’daki New South Wales Üniversitesi’nin ortak çalışması sonucu gerçekleştirilen araştırmanın sonuçları “Cell” adlı bilimsel dergide yayımlandı.

Söz konusu buluş, bilim adamlarının yaşlanmaya yol açan esas bilimsel mekanizmayı ortaya çıkarmaya yönelik yaptıkları bilimsel çalışmalar sırasında yapıldı. Hücre içindeki nükleus ve mitokondri adı verilen bölgeler arasındaki iletişimin kopmasının yaşlanmayı hızlandırdığını belirten araştırmacılar, insan vücudunda doğal olarak üretilen bir molekülü vermek suretiyle, fare hücrelerindeki nükleus ile mitokondri bölümleri arasında iletişimin yeniden kurulduğunu ve böylece yaşlı farenin gençleşmesinin sağlandığını ifade etti.

Hücrenin esas biyolojik işlevlerini yerine getirmesi için kimyasal enerji üreten mitokondriler, hücrenin “dinamosu” olarak da adlandırılıyor. Hücreler içinde yer alan, kendi küçük genomlarını barındıran, müstakil bölümleri oluşturan mitokondrilerin yaşlanmada oynadığı rol uzun bir süreden beri biliniyordu.

 

NAD maddesinin yaşlanmadaki rolü keşfedildi

 

Harvard Üniversitesi’nden Profesör David Sinclair başkanlığında yürütülen araştırma sırasında, doktora sonrası öğrencisi Ana Gomes’in, sirtuinler grubudan SIRT1 adı verilen bir genin yaşlanma üzerindeki etkisi üzerine yaptığı çalışmadan yola çıkan araştırmacılar, hücre içinde yeralan önemli bir koenzim olan “nikotinamid adenin dinükleotid” (NAD) adlı kimyasal maddenin yaşlanma süreci üzerinde oynadığı rolü ortaya çıkardı.

Bilim adamları, daha önceki araştırmalarda yaşlanmayı önlemede önemli rolü olduğu düşünülen SIRT1 geninin, hipoksiya indüklenebilir faktör-1 (HIF-1) adlı, hücre içinde her yere müdahale eden bir molekülün, hücrenin nükleeer genomu ve mitokondrial genomu bölgeleri arasındaki iletişimi engellemesine mani olan bir çeşit koruma görevlisi işlevi gördüğünü ortaya koydu.

Yaşlandıkça, henüz bilinmeyen bir nedene bağlı olarak NAD maddesinin azaldığını bulan araştırmacılar, yeterli NAD maddesinin olmadığı durumlarda SIRT1 geninin HIF-1 mokekülleri üzerindeki şeritleri tutma yeteneğini kaybettiğini belirledi. Bunun sonucu olarak HIF-1 seviyeleri artıyor ve bu molekül genomlar arasındaki diğer zamanlarda pürüzsüz olan iletişime zarar vermeye başlıyor. Araştırmacılar, zaman içinde zayıflayan bu iletişimin hücrenin enerji yapma yeteneğini azalttığını ve bunun sonucu olarak hücrede yaşlanma ve hastalık belirtilerinin görünür hale geldiğini keşfetti.

Ana Gomes, çalışmaları sırasında hücreleri NAD’a dönüştüren bir endojen bileşiği vermek suretiyle, hücre bölümleri arasındaki kopuk iletişim ağlarının tamir edilebildiğini gösterdi. Bu işlemin aynı zamanda hücre bölümleri arasındaki iletişimin ve mitokondrial işlevin hızla eski haline gelmesini sağladığını bulan Gomes, sözkonusu bileşiğin, hücrede aşırı mutasyon birikmesi ortaya çıkmadan önce, bir kaç gün içinde verilmesi durumunda yaşlanma sürecinin bazı yönlerinin tersine çevrilebileceğini ortaya koydu.

Kaynak:AA

Eletrik Nasıl Üretiriz?

Türkiye üç tarafı denizlerle çevrili ve çogu yerleride rüzgar alan bir ülke.Neden Rüzgar Enerjisi kullanmalıyız?

Biz insanlara toprak ve su yaşamak için gerekliyse enerjide kalkınmak için gereklidir. Türkiye yoğun bir biçimde ekonomik ve sosyal kalkınmasını tamamlamaya çalışıyor.Eletrik ihtiyacımız bir gerçek.

Rüzgarın gücünden elektrik üretimi, hem ekolojiyi koruyor hemde daha ucuza mal oluyor.

Yıllık ortalama değerler esas alındığında, Türkiye’nin en iyi rüzgar kaynağı alanları kıyı şeritleri, yüksek bayırlar ve dağların tepesinde ya da açık alanların yakınında bulunmaktadır. Açık alan yakınlarındaki en şiddetli yıllık ortalama rüzgar hızları Türkiye’nin batı kıyıları boyunca, Marmara Denizi çevresinde ve Antakya yakınında küçük bir bölgede meydana gelmektedir. Orta şiddetteki rüzgar hızına sahip geniş bölgeler ve rüzgar gücü yoğunluğu Türkiye’nin orta kesimleri boyunca mevcuttur. Türkiye Rüzgar Santralleri Atlasına göre Marmara Bölgesinde; Balıkesir, İstanbul, Çanakkale, Ege Bölgesinde; İzmir, Manisa Doğu Akdeniz çevresinde Hatay Rüzgar Santrallerinin yoğun olarak yer aldığı illerdir.Yer seviyesinden 50 m yükseklikteki rüzgar potansiyelleri incelendiğinde Ege, Marmara ve Doğu Akdeniz bölgelerinin yüksek potansiyele sahip olduğu görülmektedir. 7 m/s’den büyük rüzgar hızları göz önüne alınarak Türkiye rüzgar enerjisi potansiyeli 48.000 MW olarak belirlenmiştir.

Ciddi anlamda rüzgar potansiyeli olan ülkemizde sadece rüzgar yatırımlarının değil rüzgar sanayisinin de gelişimine katkıda bulunmamız gerekir. Şuanda Türkiye, 11 GW mevcut proje stoku ve ulusal hedefi 2023 yıllında 20 GW olan rüzgar enerjisi kapasitesi ile Avrupa’daki en önemli rüzgar pazarıdır. Türkiye’nin kendi bölgesinde bir enerji üssü haline gelmiş olması, Türkiye’deki yatırım fırsatlarının şekillenmesinde önemli rol oynayacaktır.

Rüzgar gücünden elektrik üretimi, yaşanan teknolojik gelişmelere bağlı olarak ekonomik değer kazanması sadece enerji sektörüne değil aynı zamanda ekolojik dengenin de bozulmadan korunmasına olumlu katkı sağlamaktadır.

Rüzgar enerjisini bizim gibi normal vatandaşların üretmesi ve kazanç olarak kendimize üretim olarak kullanabiliriz.Devlet buna teşfik vererek dahada iyi kazanç saglarız.

. ellDüşey ekseni yere dik olacak şekilde tasarlanmıştır. Daima rüzgarın geleceği yöne göre ayarlanır.Yatay ekseninin rüzgara göre ayarlanmasına gerek yoktur. Genelde ilk hareket olarak elektrik motoruna ihtiyac duymaktadır. Türbin yardımcı tellerle ekseninden sabitlenmiştir. Deniz seviyesine yakın yerlerde daha az rüzgar aldığından cihazın verimi düşük olmaktadır. Ancak tüm gerekli donanımlar yer seviyesinde olması bir avantaj olsa da, tarım arazileri için olumsuz etkisi fazla olmaktadır.

rüzgar enerjisi
rüzgar enerjisi

Diğer önemli tasarım ise Düşey Eksenli Rüzgar Türbini (HAWTs) “Horizontal Axis Wind Turbine” olarak adlandırılır. Dönme ekseni yere paralel olarak tasarlanmıştır. Bir elektrik motoru yardımıyla rüzgar yönüne göre pervanenin yönü ayarlanabiliyor. Yapısal olarak bir elektrik motorundan farklı değildir. Verimli olarak çalışabilmesi için deniz seviyesinden yaklaşık 80 metre yüksekte olması gereklidir.
En kolay anlamda bir rüzgar türbini 3 bölümden oluşur.
1.Pervane Kanatları
Rüzgar estiği zaman pervanenin kanatlarına çarparak onu döndürmeye başlar. Bu sayede rüzgar enerjisi ile kinetik(hareket) enerjisi elde edilmiş olur. Pervaneler rüzgar estiğinde aynı yönde dönecek şekilde tasarlanmışlardır.
2.Şaft
Parvenelerin dönmesiyle ona bağlı olan şaft da dönmeye başlar. Şaftın dönmesiyle de motor içinde hareket oluşur ve motorun çıkışında elektrik enerji sağlanmış olur.
3.Jeneratör(Üreteç)
Oldukça basit bir çalışma yöntemi vardır. Elektromanyetik indüksiyon ile elektrik enerjisi üretilmiş olur. Küçük oyuncak arabalardaki elektrik motoruna benzer bir sistemdir. İçinde mıknatıslar bulunur. Bu mıknatısların ortasında da ince tellerle sarılmış bir bölüm bulunur. Pervane şaftı döndürğü zaman motor içindeki bu sarım bölgesi , etrafındaki mıknatısların ortasında dönmeye başlar. Bunun sonucunda da alternatif akım (AC) oluşur.
Günümüzde kullanılan rüzgar türbinleri, tarlalarda kullanınal yel değirmenlerinden daha karmaşık bir yapıdadır. Ülkemizde yel değirmenleri pek yaygın kullanılmaz. Şimdi modern rüzgar türbinlerini tanımaya devam edelim.
Modern Rüzgar Türbin Teknolojisi
Rüzgar Türbinleri günümüzde iki farklı tasarımla karşımıza çıkıyor. Bunlardan birincisi alttaki fotoğrafta gördüğünüz gibi dikey eksen etrafında dönebilen tasarım.
(Pervane kanatları) : Rüzgar enerjisini dönme hareketine çevirmeye yarar.
(Şaft)Rotor Blades Shaft : Dönme hareketini üreteçe iletir.
(Şaft) : Dönme hareketini üreteçe iletir.
(Dişli Kutusu)Gear Box : Pervaneyle şaftın aralarındaki hızı arttırıp, üretece daha hızlı bir hareket iletilmesine yardımcı olur.
(Üreteç) Generator: Dönme hareketinden elektrik enerjisi üreten bölüm.
(Frenler) Breaks: Aşırı yüklenme ve bir sorun olduğunda pervaneyi durdurmaya yarar.
(Kule) Tower: Pervane ve motor bölümününü yerden güvenli bir yükseklikte çalışmasını sağlar.

(Elektrik Donanımı)Electrical Equipment : Üretilen elektrik enerjisini ilgili merkezlere iletilmesini sağlar.
Bir rüzgar türbininin ürettiği enerjinin hesaplanması için rüzgarın hızına ve pervane çapına ihtiyaç vardır. Çoğunlukla büyük rüzgar türbinleri saniyede 15 metre hızla dönmektedir. Teorik olarak üretilen enerjinin artması için pervane çapının artması gerekmektedir. Bu da rüzgar türbininin yüksekliğinin de artması anlamına gelir. Bu sayede daha fazla rüzgar alıp daha hızlı bir dönme hareketi sağlanır.

ENERJİNİN HESAPLANMASI

Genellikle rüzgar türbinleri saatte 33 mil hızla döndüklerinde tam kapasite olarak çalışmaktadırlar. Saatte 45 mil (20 metre / saniye) hızına çıktıklarında ise otomatik olarak sistem durmaktadır. Türbinin fazla hızlanması halinde sistemi durduracak birçok kontrol bulumaktadır. En genel sistem fren sisteminidir.Pervane 45 mil/saatte hızına ulaştığında dönme işlemini durdurur. Bundan başka diğer güvenlik elemanları da şunlardır
Açı Kontrolü : Pervane yüksek hızlara çıktığında, üretilen ernerji de çok fazla olmakta. Bu gibi durumlarda pervanelerin açılarını değiştirip daha yavaş bir dönme hareketi elede etmek için kullanılır.
Pasif Yavaşlatıcı: Genellikle pervaneler ve motor bloğu sabir bir açıyla ayarlanmışlardır. Ancak rüzgar çok hızlı estiği zamanlarda pervanenin tepe taklak olmasını engellemek için geliştirilmiş bir sistemdir. Aerodinamik olarak rüzgarın tersi yönde pervanenin açısını değiştirip hızın azaltılmasına çalışılır.
Aktif Yavaşlatıcı: Açı kontrol sistemine benzer bir sistemdir. Üretilen gücün fazla olması durumunda pervane ve motor bloğunun açısını değiştirmeye yarayan sistemdir.
Genel olarak 50.000 rüzgar türbini , yıllık 50 milyar kilovat/saat enerji üretir.
Rüzgar Enerjisi Kaynakları ve Ekonomisi
Tipik büyük bir rüzgar türbini yıllık 5.2 milyon KWh elektrik enerjisi üretir. Yaklaşık 600 hanenin elektrik ihtiyacını karşılayabilir. Günümüzde kömür ve nükleer santraller, rüzgar santrallerinden daha ucuza enerji üretebilmektedirler. O halde neden rüzgar enerjisini kullanalım? Bunun iki önemli nedenivar. Rüzgar enerjisinin “Temiz” ve “Yenilenebilir” özelliklerde olmasıdır. Atmostefe zararlı karbon dikosit ve nitrojen gazları salınımı yoktur ve rüzgarın bitmesi gibi bir durum söz konusu değildir. Rüzgar enerjisi her ülkede üretilebilir. Başka ülkelerden enerji transfer etmeye gerek duyulmaz. Ayrıca rüzgar santralleri uzak bölgelere inşaa edilip, üretilen enerjinin merkezi yerlere iletilmesi daha kolaydır.
tablo

Rüzgar varolduğundan beri güvenilir enerji kaynağı değildir. Rüzgar hızı düştüğünde yada kesildiğinde geri dönüşümü olmayan enerji kaynaklarına ihtiyaç duyulmaktadır.

Hava Aracı Takip Sistemini TÜBİTAK Geliştirdi

 Yaşanılan helikopter kazalarından sonra,TÜBİTAK, başlattığı çalışmaları ile Hava Aracı Takip Sistemi (HATS) geliştirdi. Sistemi kullanan  hava araçı anlık takip edilerek , kaza anında kısa sürede hava aracına ulaşılabilecek.

Uçuş yapan hava aracı , alçak irtifada görerek (VFR) uçuş yapan helikopter gibi hava araçları radar kapsamasında olmadığından mevcut sistemler ile takip edilemiyor. Geçmiş yıllarda da yaşanan helikopter kazaları alçak  uçuş yapan hava araçlarının da sürekli takip edilmesi gerektiğini ortaya koydu. Bu amaçla Devlet Hava Meydanları İşletmesi (DHMİ) tarafından Hava Aracı Takip Sistemi (HATS) Ar-Ge Projesi başlatıldı. Proje kapsamında TÜBİTAK BİLGEM Bilişim Teknolojileri Enstitüsü tarafından acil durumdaki hava araçlarına en kısa zamanda ulaşılmasına katkı sağlayacak HATS geliştirildi.

Proje yöneticisi Seçkin Bodur, sistemle hava araçlarının anlık takip edilerek durum tespiti yapılacağını ve herhangi bir kaza anında nokta atışı yapılarak helikoptere ulaşılabileceğini belirtti.

Bodur, “Alçaktan uçuş yapan helikopter gibi hava araçları radar kapsamında takip edilemiyor. Herhangi bir kaza esnasında mevcut kullanılan sistemler ya elle ya da aracın ani bir darbeye maruz kalmasıyla aktif oluyor. Bu tür sistemler de, çarpma esnasında cihazın haberleşme anteninin hasar görmesi durumunda cihaz çalışmaya devam etse dahi haberleşme sağlayamayacağı için konum tespiti imkânsız hale geliyor. TÜBİTAK’ın geliştirdiği HATS’ın periyodik konum güncelleme özelliği sayesinde hava aracı kazaya yaptığında, anten hasarından dolayı bağlantı kesilse dahi son gönderilmiş olan konum bilgisi kullanılarak hava aracına kısa zamanda ulaşılabilecek” dedi.

Bodur, “Cihazın içinde yer alan çarpma algılayıcısı sayesinde ani bir darbe sezildiği anda acil durum bildirimi yapılarak zaman kaybetmeden yetkililerin bilgilendirilmesi sağlanıyor. Uçuş esnasında güç kesintisi, pilotun elle komutu ve beklenenden uzun süreli haberleşme kesintileri acil durum olarak değerlendirilerek yer tespiti yapılıp daha hızlı hareket edilebilecek. Bu sistem sayesinde hava araçlarıyla her an iletişim kurulabilecek ve yer tespiti yapılabilecek” dedi.

Bodur, HATS’ın hava araçlarına takılan Hava Aracı Takip Cihazı (HATC) ve hava araçlarının takibinin sağlandığı Hava Aracı Takip Merkezi (HATM) bileşenlerinden oluştuğunu söyledi. HATC’ın, hava aracının konum, hız ve yükseklik bilgilerini periyodik olarak HATM’ye gönderdiğini belirten Bodur, “Hava araçlarının harita üzerindeki konumları gelen konum verisine uygun olarak güncelleniyor. Acil durumdaki hava araçları harita üzerinde farklı renk ile gösterilerek sesli ikaz veriliyor. Cihaz içinde bulunan çarpma algılayıcısı sayesinde ani bir darbe sezildiği anda acil durum bildirimi yapılarak zaman kaybetmeden yetkililerin bilgilendirilmesi sağlanıyor. Gerektiğinde hava aracı ile GPRS üzerinden bas-konuş tarzı sesli görüşme de yapılabiliyor. Haberleşme hem GSM hem de uydu şebekesi üzerinden yapılabildiği için iletişim daha güvenli oluyor ” dedi.

HATC’ın olası bir güç kesintisinde dahi 30 dakika çalışabildiğini ifade eden Bodur, “Cihaz, yoğun titreşim, sıcaklık değişimi, su, tuz, alçak basınç, elektromanyetik ve elektrostatik etkenlere dayanıklı, sağlamlaştırılmış bir donanım yapısına sahip. Sistem, öncelikle DHMİ’ye ait iki adet Eurocopter EC-145 helikopterde kullanılmaya başlandı. Sistemin yaygınlaştırılarak Türkiye Hava Sahasında VFR uçuş gerçekleştiren tüm hava araçlarında kullanılacak” dedi.

 

zihin okuma kamerası

japonlar teknolojide geldiği yeri insanı hayretler içine bırakıyor, ve sonu nereye kadar gideceğini kimse kestiremiyor.

15 yıl ilerisinde neler olacak kimse kestiremiyor.

Japon teknoloji şirketi Neurowear yaptığı ürün adeta dudak uçuklayıcı zihninizi okuyor.

yüksek frekanslı elektronik sinyallerin 5 saniyelik görüntüler halinde kaydediyor. artık video kamerayada gerek kalmıyor , isterseniz zihniniz ile kamerayı çalıştırıp görüntü kaydedebileceksiniz.

artık yolda giderken, güzel bir poz yakaladınız anında kaydedebileceksiniz, aman kaçırdım derdinden kurtulacaksınız.

teknoloji bereye gidiyor bilemiyoruz. hayırlısı diyelim artık 🙂

Göz Hücresini 3 Boyutlı Yazıcı Tekniği İle Kopyalandılar

İngiliz bilim araştırmacıları,üç boyutlu yazıcı tekniği ile gözden alınan hücreleri kopyalamayı başardılar.Kopyalanan bu hücrelerin  tıp dünyasında çığır açacağı kesin;

Peki 3 boyutlu yazıcı neydi,öncelikle bunu bir anlayalım.

3-D Printer, Türkçe ifade ile ‘üç boyutlu yazıcı’ olarak biliniyor. 3-D Printer teknolojisinin en genel tanımı, dijital tasarımları 3 boyutlu katı nesneler haline getirmeye yarayan bir teknoloji. Geleneksel makine tekniklerinden farklı bir yöntemle çalışan 3-D Printer’lar, CNC tezgahları gibi nesneyi sadece oyarak veya delerek şekil vermiyor.

3-D Printer, dijital bir tasarımı ‘katılımlı süreç’ yani art arda gelen madde katmanlar şeklinde döşeyerek, birbirine peşi sıra ekleyerek meydana getiriyor.

3boyutluYazıcı

Ve işte bilim adamları, teknolojinin bu nimetlerinden faydalanarak daha fazla üretken olabiliyorlar.Hayvanlar üzerinde yaptıkları 3 boyutlu yazıcı tekniği ile göz yapısına en yakın kopya hücreleri üretmeyi başaran bilim adamlarının bu çalışmaları Prefabrikasyon adlı bir bilimsel dergide yayınlandı.
Bilim adamları,üç boyutlu yazıcıyla kopyalanan hücrelerin tıp dünyasında çığır açacak özellikte bir buluş olmasına rağman henüz insanlar üzerinde henüz deneme aşamasına gelmediğini belirtiler.
Bu şekilde kopyalanan hücrelerin yetişkin farelerin retinalarındaki gangliyon ve glia hücreleriyle uyumlu olduğunu kaydeden araştırmacılar, bu hücrelerin gözün içindeki uyarıları beynin belli bir bölgesine ilettiğini bildirdi. Araştırmacılar, yeni teknolojiyle kopyalanan bu hücrelerin yerleştirildikleri bölgedeki sinir hücrelerince desteklendiğini ve hayatta kalmayı sürdürdüğüne dikkat çekti.
Görme bozukluğuyla ilgili sorunlar, gözdeki görme işlevini yerine getirmede kritik önemi olan retina tabakasındaki sinir hücrelerinin kaybından meydana geliyor. Elektronik retina implantı umut verici bir gelişme olarak yorumlansa da uzmanlar bu çalışmanın insan üzerinde uygulama aşamasında olmadığına önemle dikkat çekiyorlar.
Ancak araştırma ekibinde yer alan Clara Eaglen, bu çalışma sonucunda elde edilecek en küçük bir umut ışığının bile insanlar için büyük bir değişikliğe kapı aralayabileceğini belirtti.

Şişeden Çıkan Not

NotKüresel ısınma hakkında yazılan not 54 yıl önce konuldu.

1959 yılında yazılan bo not Kuzey Kutbu’nun Kanada’ya yakın bölgesinde bulunan bir şişede bulundu.Uyarı niteliği taşıyan bu mesaj da küresel ısınma konusundaydı.
Buzullar üzerinde inceleme yapan Kanada’nın Laval Üniversitesi’nden araştırmacılar, şişeyi, Ward Hunt Adası’ndaki bir buzulda bir taş yığının altında buldu. ABD’li Jeolog Paul T. Walker tarafından yazılan mesajda, şişenin saklandığı taş yığınının buzulun kenarından 51 metre uzakta olduğu ve mesajı bulan kişinin bu mesafeyi yeniden ölçerek elde ettiği sonucu Walker ve meslektaşı Albert Crary’e göndermesi isteniyordu.
Laval Üniversitesi’nden Dr. Warwick Vincent, şişeyi geçen yaz bulduklarını Halifax’ta geçen hafta düzenlenen bir bilim konferansında açıkladı. Medyaya konuşan Vincent, mesajda istenen ölçümü yaptıklarını ve 51 metre olan mesafenin 122 metreye çıktığını belirtti. Buna göre buzul 54 yıl içinde 71 metre  daha erimişti.

Vincent, ABD’li bilim insanlarının 1950’lerde, uydu telefonu ve navigasyon teknolojisinin olmadığı bir dönemde, inanılmaz cesaret göstererek buzulda araştırma yaptıklarını ifade etti. Vincent, şişenin bulunduğu yerin Kuzey Amerika’nın en kuzey ucunda yer aldığını ve buradaki ortalama ısının eksi 18 derece olduğunu belirtti. Yıllar öncesine ait böyle bir verinin oldukça değerli olduğunu belirten Vincent, 1950’lerde buzulların erimesinin düşünülemez olduğunu
belirtti.
Walker, mesajı yazdığı tarihte 20’li yaşlardaydı. Aynı sene aynı bölgede araştırma yaparken rahatsızlaşan Walker, hastanede tedavisi surerken hayatını kaybetmişti.
Ve Şişeyi bulan kişinin mesajın bulunduğu yer ve buzulun kenarı arasındaki mesafeyi ölçmesini isteyen benzer bir mesaj yazılarak yeniden eski yerine konuldu.

Yörüngede 1. Yılını Tamamlayan GÖKTÜRK-2

   GÖKTÜRK-2,Türkiye’nin yüksek çözünürlüklü yerli keşif uydusu Yörüngede birinci yılını tamamlamış oldu.

 

Yüksek çözünürlüklü yerli keşif uydusu olan GÖKTÜRK-2,miz yörüngesinde birinci yılını tamamladı ve dunyanın etrafında 5 bin tur atan uydumuz, uzaydaki görevi boyunca 2 bin 400 kadar görüntü çektiği tespit edildi.
TÜBİTAK Uzay Teknolojileri Araştırma Enstitüsü UZAY ve TUSAŞ iş ortaklığı tarafından yüksek yerlilik oranıyla üretilen GÖKTÜRK-2, 18 Aralık 2013 tarihi itibariyle yörüngede birinci yılını tamamladı. Çin’deki Jiuquan Fırlatma Merkezi‘nden geçen yıl uzaya gönderilen uydu, dünya etrafındaki kutupsal yörüngede toplam 5 bin 344 tur attığı ve bu süre içinde Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın Ahlatlıbel‘deki yer istasyonundan 2 bin 850 defa iletişim kurulduğu belirtildi.
Hava Kuvvetleri Komutanlığı tarafından işletilen ve 2,5 metre çözünürlüğe sahip GÖKTÜRK 2 ile bugüne kadar 2 bin 400 görüntü çekildi. Dünyanın dört bir tarafından çekilen bu görüntülerle 3 milyon kilometrekarelik bir alan kapsandı.

GÖKTÜRK-2k

RASAT’TAN SONRA İKİNCİ UYDU
17 Ağustos 2011’de uzaya fırlatılan ilk yerli gözlem uydumuz RASAT‘ın ardından GÖKTÜRK-2‘nin de uzaydaki yerini almasıyla ülkemizin gözlem uydusu sayısı 2’ye yükseldi. GÖKTÜRK-2 uydusu, RASAT uydusuna göre 3 kat daha yüksek görüntü çözünürlüğüne ve 4 kat daha yüksek kütleye sahip bir uydu.

GÖKTÜRK-2’NİN TEKNİK ÖZELLİKLERİ VE YETENEKLERİ
Yaklaşık 400 kg ağırlığındaki GÖKTÜRK-2, dünyanın her noktasından 2,5 metre çözünürlükte görüntü alabiliyor. Ayrıca istenildiğinde yeryüzünün 3 boyutlu haritalarının hazırlanmasında kullanılabilecek stereo görüntüleme imkânları da sunacak yüksek manevra kabiliyetine sahip. Uyduda TÜBİTAK UZAY tarafından geliştirilen milli uçuş bilgisayarı ve yazılımı kullanılıyor. GÖKTÜRK-2, Türkiye’nin kuzey sahillerinden güney sahillerine kadar uzanan yaklaşık 600 km’lik bir şeridin görüntüsünü tek geçişte indirebilecek kadar yüksek hızlı bir veri haberleşmesine de sahip. GÖKTÜRK-2, görüntü çekimi ve bunların yer istasyonlarına indirilmesi konusunda herhangi bir uluslararası kısıtlamaya maruz değildir.

Kilimanjaro Buzulları 2030’da tamamen yok olacak!

Kilimanjaro’nun buzullarının 2030’da tamamen yok olabileceği bildirildi.

     10 bin senelik geçmişe sahip buzulların 2030 yılına kadar yok olacağı tahmin edilmesi Amerikan Jeofizik Birliği’nin San Francisco‘daki toplantısında gündeme getirilmesi şaşırtıcı oldu.

     Özellikle son 13 senedir hızlı bir biçimde erimeye başlayan buzullar 2000 yılından bu yana Klimanjaro‘daki buzulların yüzde 29’unu erittiği belirtildi.Hatta buzullar ikiye ayrıldığı,kaybın bu hızla devam etmesi durumunda Credner Buzulu’nun 2030 yılında tamamen yok olması söz konusu bile olamayacağı duyuruldu.

Immortal video Gözlükler

Immortal video Gözlükleri yeni teknolojinin trendleri

2010 yılından beri piyasalarda fakat türkiyede pek duyulmamış bit ürün, ürün özellikleri aşağıda ki gibidir, 1 .dünya ülkeleri bunu kullanmaya başladı bile

ÖZELLİKLER:

  • Mükemmel kalitede video
  • 3 megapiksel kamera.
  • Çözünürlük: 736 x 480.
  • Dahili 4GB bellek.
  • Video formatı: AVI.
  • Saniyede 25 kare kayıt hızı.
  • 2.5 saat pil ömrü.
  • USB, şebeke adaptörü veya araç adaptörü ile ücretleri (tüm dahil).
  • Windows Media Player, Quicktime, Real Player, Storm Codec ile uyumludur.
  • Bilgisayar gereksinimleri: Win98, Win2000, Vista ve Mac OSX.
  • Tek beden herkese uyar.